5 Ekim 2013 Cumartesi

ÖĞRENCİLER HAKİKATEN İNSAN MIDIR?



ÖĞRENCİLER HAKİKATEN İNSAN MIDIR?

Bundan önce aynı başlıkta kaleme aldığım yazıda bu soruyu sormuş ve öğrencilerin hayatlarına, düşüncelerine, yaptıklarına, kullandıkları eşyalara, hatıralarına, düşüncelerine ve duygularına hak ettikleri değerin verilmediğini anlatmıştım.

Olması gereken bu düşüncelerin ve uygulamaların tam tersidir.  Öğrencilerimize değer vermemek ve onlara insan muamelesi yapmamak, en büyük ve hayati hatalarımızdan biridir. Yaşları küçük ve bilgileri az olabilir. Sahip oldukları düşünceleri büyük bir insan kadar delillendiremeyebilirler, örneklendiremeyebilirler. Fakat onların akıllarına ve zekalarına güvenmemiz lazım. Onların şahsiyetlerine, fikirlerine, duygularına, lisanlarına, itirazlarına, eleştirilerine, taleplerine ve kullandıkları eşyalara saygılı olmak ve onları korumaya çalışmak, ülkemizin geleceğine yatırım yapmak demektir. Bunları yapamazsak, ülkemizi kalkındıramayız. Bunları yapamazsak, ülkemizin düşünce ve bilim siyasetlerini iyi planlayamayız. Bunları yapamazsak, düşün ve bilim insanlarımızı anlayamayız. Bunları yapamazsak, neredeyse her konuyu körü körüne inceleriz, bu yüzden de kararlarımız yanlış olur, imkanlarımızı heba etmiş oluruz.

Sonra, öğrenci deyip geçmeyiniz. Hepsi olmasa da içlerinde öyle pırıl pırıl zeka sahibi olanlar vardır ki, en büyük ilim ve düşünce insanları bile onların semtine yaklaşamaz. Hocalık hayatım boyunca öğrencilerimin sorularından, eleştirilerinden ve itirazlarından öğrendiklerimi hiçbir kitaptan ve kişiden edinmediğimi itiraf etmeliyim. Her öğretmen ve idareci, öğrencinin kanaat, düşünce ve duygularına dikkat kesilmelidir. Resmi sıfatları öğrenci de olsa, onlar aynı zamanda hepimizin öğretmenleridirler. Sadece insan ilişkileri bakımından değil, bilgileri ve düşünme tarzları itibariyle de.

Açıkça şunu ifade edeyim: ÖĞRENCİLERİ APTAL SANAN APTALIN TA KENDİSİDİR. Öğrenciye değer vermeyen, değersizin ta kendisidir.

Öğrencinin bizzat kendisi kendisine değer vermiyorsa, ya da toplumumuzun büyük bir kısmı öğrencileri insan yerine koymuyorsa ne yapacağız? İşte en büyük mesele budur. Bu soru üzerinde düşünmeye başlayınca, dönüp dönüp tavuk yumurta hikayesini anlatmak icap ediyor.

Konunun daha iyi anlaşılması için, yahut derdimi daha iyi ifade edebilmek için, yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bundan birkaç sene önce büyük şehirlerimizden birinde yaşayan alimlerimizden birini ziyarete gittim. Onunla bir müddet sohbet ettikten sonra, aynı şehirde başka bir üniversitede görev yapan ve ülkemizin en meşhur alimlerinden sayılan bir üniversite hocasıyla randevusu olduğunu, istersem kendisiyle gelip sohbete orada devam edebileceğimizi söyledi. Bahsettiği kişiyle daha önce de tanışmıştım. Gerçekten alanında ülkemizin en büyük alimlerinden biriydi. Ziyaret ettiğim hocayla birlikte yürüyerek bir kitapçıya gidip o alimle buluştuk. Tanışma ve hoş beşten sonra, kendisiyle buluştuğumuz büyük alimimiz yakınlarda düzenlenen uluslar arası bir sempozyumda/kongrede sunduğu bildiriden bahsetti. Anlattığına göre bildirisinde, tek nüshası kendisinde olan -hatırladığım kadarıyla- üç varak kadar tutan el yazması bir risaleden/makaleden ve içeriğinden bahsetmiş. Kendisinin yıllardır savunduğu görüşlerin bu risalede de bulunmasından çok mutlu idi. İki büyük alimimiz yaklaşık yarım saat kadar; risalenin içeriği, resalede savunulan düşüncelerin özgünlüğü, yazarın kimliği, el yazmasının kıymeti ve değeri hakkında sohbet ettiler. Ben de büyük bir merakla dinledim.

Kendilerinden izin alıp risaleyi ben de inceledim; son derece düzgün yazılmış bir metindi. Hatırladığım kadarıyla risalenin sonunda sadece imza ve imzanın altında bir sayı vardı. Risalenin ilk varağının üst kısmında, -yanlış hatırlamıyorsam- sol üst köşede yazarın adı vardı. Fakat yazar meşhur biri değildi; en azından sohbette bulunan hocaların ve benim ismini bildiğim biri değildi.

Hocalarımızın uzun uzun tartışma yaptıkları, ülkemizin en büyük alimlerinden biri dediğim hocamızın ise alanıyla ilgili uluslar arası bir kongrede/sempozyumda hakkında bildiri sunduğu risalenin, hiç de onların düşündüğü gibi eski tarihlerde yazılmış yahut büyük bir düşünürün müstear isimle yazdığı bir metin olmadığını daha risaleye bakar bakmaz anladım. Fakat onlara söyleyemedim. Söylemek için bir iki kelime kurmaya teşebbüs ettim. Beceremedim. İçim içimi yedi, yine de yapamadım. Ortam da müsait değildi, zira alimimiz o kadar heyecanla risaleden bahsediyordu ki, pişmiş aşa su katmaktan ve kötü gözle görülmekten çekindim.

Onlarla biraz daha sohbet ettikten sonra, hocalardan ayrıldım. Gittiğim şehirdeki işlerimi tamamladıktan bir iki gün sonra da İstanbul’a döndüm. İlk fırsatta, kendisini ziyarete gittiğim hocayı, telefonla arayıp durumu anlattım. Kesin olmamakla birlikte, düzgün yazılmış olması, yazı tarzı, yazının kompozisyonu, kullanılan kağıt, sonunda imza ve sayı olması ve yazar adının sol üst köşede bulunması gibi sebeplerle üzerinde konuştukları el yazması risalenin MUHTEMELEN DARULFÜNUN (:İstanbul Üniversitesi’nin eski adı)’da okuyan ÖĞRENCİLERDEN BİRİNİN ÖDEVİ OLDUĞUNU hocamıza arz ettim. Özellikle imzanın altındaki sayının okullarda ve üniversitelerde kullanılan ÖĞRENCİ NUMARASI OLDUĞUNA DİKKATİNİ ÇEKTİM. Ayrıca kendisinden kitapçıda buluşup sohbet ettiğimiz ve uluslar arası bir toplantıda söz konusu risale hakkında bildiri sunan hocamıza bu bilgileri ulaştırmasını da rica ettim. Ve, hafızam beni yanıltmıyorsa, telefonda hocamıza şunları söyledim: ‘BİR ÖĞRENCİ ÖDEVİNİ BÜYÜK BİR ALİM VEYA DÜŞÜNÜRÜN RİSALESİ SANIP ONUN HAKKINDA ULUSLAR ARASI BİR SEMPOZYUMDA/KONGREDE BİLDİRİ SUNMAK ÇOK BÜYÜK BİR SKANDALDIR. Bu konuda ısrar edip şifahi olarak yaptığı konuşmayı YAZILI HALE GETİRİRSE ÇOK DAHA BÜYÜK BİR SKANDAL OLUR.’

Telefonda konuştuğumuz hocamız mesajımı öteki hocamıza iletti mi iletmedi mi bilmiyorum. Ayrıca bildirisini makale haline getirip getirmediğini de takip edemedim. Fakat, bahsi geçen risale hakkındaki kanaatimde hala ısrarlıyım.

Diyeceksiniz ki, o risalenin BİR ÖĞRENCİ ÖDEVİ OLDUĞUNU NEREDEN BİLİYORSUN?

Biliyorum, çünkü Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve Cumhuriyet devrinin başlarında yaşamış öğrenciler hakkında yıllardır imkanlarım ölçüsünde bilgi ve belge topluyorum. Ayrıca, sahaflardan o metne benzer öğrenci ödevleri de satın aldım. Dahası, kütüphanemde Darülfünun öğrencilerine ait ders notlarını içeren defterler de mevcut. Bu gibi birikimlerimden hareketle, incelediğim risalenin BİR ÖĞRENCİ ÖDEVİ OLDUĞU KANAATİNE VARDIM.

Anlattıklarımı özetleyeyim: Ülkemizin en büyük alimlerinden biri, büyük düşünür veya yazarlarımızından birine ait olduğu tahmininde bulunarak bir öğrenci ödevi hakkında uluslar arası bir sempozyumda/kongrede bildiri sunmuştur. BU OLAY, AYNEN CEREYAN ETMİŞTİR. Öğrenci ödevi olduğunu bilseydi belki de böyle bir şeye teşebbüs etmezdi. Ancak sahasının uzmanı bir hocanın, yazarının kimliğini bilmeden sırf içeriğinden hareket ederek o metni büyük yazar ve düşünürlere nisbet etmesi, ÖĞRENCİ ÖDEVLERİNİN NE KADAR DEĞERLİ OLABİLECEĞİNE DAİR ÇOK ÖNEMLİ BİR DELİL SUNMAKTA ve hepimizi uyarmaktadır.

Doğrudur, anlattığım hikaye büyük bir skandaldır. Fakat, ÖĞRENCİLERE İNSAN MUAMELESİ YAPMAK ve ONLARA DEĞER VERMEKLE İLGİLİ yazdıklarımı destekleyen ENFES BİR ÖRNEKTİR.

Demek ki, ÖĞRENCİ ÖDEVLERİ’NİN HİÇ OLMAZSA BAZILARI İLK ÇÖPE ATILACAK MALZEMELER ARASINDA YER ALMAYA LAYIK DEĞİLMİŞ.

Demek ki, İnsan yerine konulmayan öğrenciler, çok çok değerli işler yapabiliyorlarmış.

Demek ki, metnin üzerindeki ismi gizlesek veya kaldırsak İÇİNDE YAZILANLAR ÇOK BÜYÜK ALİMLERE NİSBET EDİLEBİLİYORMUŞ.

Lütfen siz söyleyiniz: Bütün bunlardan sonra, ÖĞRENCİLERE İNSAN MUAMELESİ YAPMAK DOĞRU MU YANLIŞ MI?

Öğrenciler hakikaten insan mı değil mi?

ÖĞRENCİLERİN GÖRÜŞLERİNE, notlarına ve ödevlerine DEĞER VERMELİ MİYİZ, VERMEMELİ MİYİZ?

Harun Anay/05.10.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.