ÖĞRENCİLER HAKİKATEN İNSAN MIDIR?
Bundan önce aynı başlıkta kaleme aldığım yazıda bu soruyu sormuş ve
öğrencilerin hayatlarına, düşüncelerine, yaptıklarına, kullandıkları eşyalara, hatıralarına,
düşüncelerine ve duygularına hak ettikleri değerin verilmediğini anlatmıştım.
Olması gereken bu düşüncelerin ve uygulamaların tam tersidir. Öğrencilerimize değer vermemek ve onlara
insan muamelesi yapmamak, en büyük ve hayati hatalarımızdan biridir. Yaşları
küçük ve bilgileri az olabilir. Sahip oldukları düşünceleri büyük bir insan
kadar delillendiremeyebilirler, örneklendiremeyebilirler. Fakat onların
akıllarına ve zekalarına güvenmemiz lazım. Onların şahsiyetlerine, fikirlerine,
duygularına, lisanlarına, itirazlarına, eleştirilerine, taleplerine ve
kullandıkları eşyalara saygılı olmak ve onları korumaya çalışmak, ülkemizin
geleceğine yatırım yapmak demektir. Bunları yapamazsak, ülkemizi
kalkındıramayız. Bunları yapamazsak, ülkemizin düşünce ve bilim siyasetlerini
iyi planlayamayız. Bunları yapamazsak, düşün ve bilim insanlarımızı
anlayamayız. Bunları yapamazsak, neredeyse her konuyu körü körüne inceleriz, bu
yüzden de kararlarımız yanlış olur, imkanlarımızı heba etmiş oluruz.
Sonra, öğrenci deyip geçmeyiniz. Hepsi olmasa da içlerinde öyle pırıl
pırıl zeka sahibi olanlar vardır ki, en büyük ilim ve düşünce insanları bile
onların semtine yaklaşamaz. Hocalık hayatım boyunca öğrencilerimin
sorularından, eleştirilerinden ve itirazlarından öğrendiklerimi hiçbir kitaptan
ve kişiden edinmediğimi itiraf etmeliyim. Her öğretmen ve idareci, öğrencinin
kanaat, düşünce ve duygularına dikkat kesilmelidir. Resmi sıfatları öğrenci de
olsa, onlar aynı zamanda hepimizin öğretmenleridirler. Sadece insan ilişkileri
bakımından değil, bilgileri ve düşünme tarzları itibariyle de.
Açıkça şunu ifade edeyim: ÖĞRENCİLERİ APTAL SANAN APTALIN TA KENDİSİDİR.
Öğrenciye değer vermeyen, değersizin ta kendisidir.
Öğrencinin bizzat kendisi kendisine değer vermiyorsa, ya da toplumumuzun
büyük bir kısmı öğrencileri insan yerine koymuyorsa ne yapacağız? İşte en büyük
mesele budur. Bu soru üzerinde düşünmeye başlayınca, dönüp dönüp tavuk yumurta
hikayesini anlatmak icap ediyor.
Konunun daha iyi anlaşılması için, yahut derdimi daha iyi ifade edebilmek
için, yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bundan birkaç sene önce büyük şehirlerimizden birinde yaşayan
alimlerimizden birini ziyarete gittim. Onunla bir müddet sohbet ettikten sonra,
aynı şehirde başka bir üniversitede görev yapan ve ülkemizin en meşhur
alimlerinden sayılan bir üniversite hocasıyla randevusu olduğunu, istersem
kendisiyle gelip sohbete orada devam edebileceğimizi söyledi. Bahsettiği
kişiyle daha önce de tanışmıştım. Gerçekten alanında ülkemizin en büyük
alimlerinden biriydi. Ziyaret ettiğim hocayla birlikte yürüyerek bir kitapçıya
gidip o alimle buluştuk. Tanışma ve hoş beşten sonra, kendisiyle buluştuğumuz
büyük alimimiz yakınlarda düzenlenen uluslar arası bir sempozyumda/kongrede
sunduğu bildiriden bahsetti. Anlattığına göre bildirisinde, tek nüshası
kendisinde olan -hatırladığım kadarıyla- üç varak kadar tutan el yazması bir
risaleden/makaleden ve içeriğinden bahsetmiş. Kendisinin yıllardır savunduğu
görüşlerin bu risalede de bulunmasından çok mutlu idi. İki büyük alimimiz yaklaşık
yarım saat kadar; risalenin içeriği, resalede savunulan düşüncelerin özgünlüğü,
yazarın kimliği, el yazmasının kıymeti ve değeri hakkında sohbet ettiler. Ben
de büyük bir merakla dinledim.
Kendilerinden izin alıp risaleyi ben de inceledim; son derece düzgün
yazılmış bir metindi. Hatırladığım kadarıyla risalenin sonunda sadece imza ve imzanın
altında bir sayı vardı. Risalenin ilk varağının üst kısmında, -yanlış
hatırlamıyorsam- sol üst köşede yazarın adı vardı. Fakat yazar meşhur biri
değildi; en azından sohbette bulunan hocaların ve benim ismini bildiğim biri
değildi.
Hocalarımızın uzun uzun tartışma yaptıkları, ülkemizin en büyük
alimlerinden biri dediğim hocamızın ise alanıyla ilgili uluslar arası bir
kongrede/sempozyumda hakkında bildiri sunduğu risalenin, hiç de onların
düşündüğü gibi eski tarihlerde yazılmış yahut büyük bir düşünürün müstear isimle
yazdığı bir metin olmadığını daha risaleye bakar bakmaz anladım. Fakat onlara
söyleyemedim. Söylemek için bir iki kelime kurmaya teşebbüs ettim. Beceremedim.
İçim içimi yedi, yine de yapamadım. Ortam da müsait değildi, zira alimimiz o
kadar heyecanla risaleden bahsediyordu ki, pişmiş aşa su katmaktan ve kötü
gözle görülmekten çekindim.
Onlarla biraz daha sohbet ettikten sonra, hocalardan ayrıldım. Gittiğim
şehirdeki işlerimi tamamladıktan bir iki gün sonra da İstanbul’a döndüm. İlk
fırsatta, kendisini ziyarete gittiğim hocayı, telefonla arayıp durumu anlattım.
Kesin olmamakla birlikte, düzgün yazılmış olması, yazı tarzı, yazının
kompozisyonu, kullanılan kağıt, sonunda imza ve sayı olması ve yazar adının sol
üst köşede bulunması gibi sebeplerle üzerinde konuştukları el yazması risalenin
MUHTEMELEN DARULFÜNUN (:İstanbul Üniversitesi’nin eski adı)’da okuyan
ÖĞRENCİLERDEN BİRİNİN ÖDEVİ OLDUĞUNU hocamıza arz ettim. Özellikle imzanın
altındaki sayının okullarda ve üniversitelerde kullanılan ÖĞRENCİ NUMARASI
OLDUĞUNA DİKKATİNİ ÇEKTİM. Ayrıca kendisinden kitapçıda buluşup sohbet
ettiğimiz ve uluslar arası bir toplantıda söz konusu risale hakkında bildiri
sunan hocamıza bu bilgileri ulaştırmasını da rica ettim. Ve, hafızam beni
yanıltmıyorsa, telefonda hocamıza şunları söyledim: ‘BİR ÖĞRENCİ ÖDEVİNİ BÜYÜK
BİR ALİM VEYA DÜŞÜNÜRÜN RİSALESİ SANIP ONUN HAKKINDA ULUSLAR ARASI BİR
SEMPOZYUMDA/KONGREDE BİLDİRİ SUNMAK ÇOK BÜYÜK BİR SKANDALDIR. Bu konuda ısrar
edip şifahi olarak yaptığı konuşmayı YAZILI HALE GETİRİRSE ÇOK DAHA BÜYÜK BİR
SKANDAL OLUR.’
Telefonda konuştuğumuz hocamız mesajımı öteki hocamıza iletti mi iletmedi
mi bilmiyorum. Ayrıca bildirisini makale haline getirip getirmediğini de takip
edemedim. Fakat, bahsi geçen risale hakkındaki kanaatimde hala ısrarlıyım.
Diyeceksiniz ki, o risalenin BİR ÖĞRENCİ ÖDEVİ OLDUĞUNU NEREDEN
BİLİYORSUN?
Biliyorum, çünkü Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve Cumhuriyet
devrinin başlarında yaşamış öğrenciler hakkında yıllardır imkanlarım ölçüsünde
bilgi ve belge topluyorum. Ayrıca, sahaflardan o metne benzer öğrenci ödevleri
de satın aldım. Dahası, kütüphanemde Darülfünun öğrencilerine ait ders
notlarını içeren defterler de mevcut. Bu gibi birikimlerimden hareketle, incelediğim
risalenin BİR ÖĞRENCİ ÖDEVİ OLDUĞU KANAATİNE VARDIM.
Anlattıklarımı özetleyeyim: Ülkemizin en büyük alimlerinden biri, büyük
düşünür veya yazarlarımızından birine ait olduğu tahmininde bulunarak bir
öğrenci ödevi hakkında uluslar arası bir sempozyumda/kongrede bildiri
sunmuştur. BU OLAY, AYNEN CEREYAN ETMİŞTİR. Öğrenci ödevi olduğunu bilseydi
belki de böyle bir şeye teşebbüs etmezdi. Ancak sahasının uzmanı bir hocanın,
yazarının kimliğini bilmeden sırf içeriğinden hareket ederek o metni büyük
yazar ve düşünürlere nisbet etmesi, ÖĞRENCİ ÖDEVLERİNİN NE KADAR DEĞERLİ
OLABİLECEĞİNE DAİR ÇOK ÖNEMLİ BİR DELİL SUNMAKTA ve hepimizi uyarmaktadır.
Doğrudur, anlattığım hikaye büyük bir skandaldır. Fakat, ÖĞRENCİLERE
İNSAN MUAMELESİ YAPMAK ve ONLARA DEĞER VERMEKLE İLGİLİ yazdıklarımı destekleyen
ENFES BİR ÖRNEKTİR.
Demek ki, ÖĞRENCİ ÖDEVLERİ’NİN HİÇ OLMAZSA BAZILARI İLK ÇÖPE ATILACAK
MALZEMELER ARASINDA YER ALMAYA LAYIK DEĞİLMİŞ.
Demek ki, İnsan yerine konulmayan öğrenciler, çok çok değerli işler
yapabiliyorlarmış.
Demek ki, metnin üzerindeki ismi gizlesek veya kaldırsak İÇİNDE
YAZILANLAR ÇOK BÜYÜK ALİMLERE NİSBET EDİLEBİLİYORMUŞ.
Lütfen siz söyleyiniz: Bütün bunlardan sonra, ÖĞRENCİLERE İNSAN MUAMELESİ
YAPMAK DOĞRU MU YANLIŞ MI?
Öğrenciler hakikaten insan mı değil mi?
ÖĞRENCİLERİN GÖRÜŞLERİNE, notlarına ve ödevlerine DEĞER VERMELİ MİYİZ,
VERMEMELİ MİYİZ?
Harun
Anay/05.10.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.