RAHMETLİ
ŞEREFSİZ İYİ ADAMDI
Küçüklüğümden
itibaren okumaya meraklıyımdır. Okumak, benim için yemek yemek, su içmek ve
hava almak ihtiyacına benzer bir mecburiyet. Bazen ağır konular, bazen basit
meselelerde kitaplar ve makaleler okurum. Ama okurum. Hiçbir şey bulamazsam
veya önceki okumalarımdan sıkılmışsam, sokaklarda gezerim, duvar yazılarını
okurum, bazen de onlardan ilgimi çekenleri not ederim.
İnsanda
okuma alışkanlığı olunca, galiba kitap satın alma da peşinden geliyor. Hele
bizim gibi kütüphaneleri perişan durumda olan ülkelerin çocuklarının başka
çareleri yok, okumak istedikleri kitapların çoğunu kendileri satın alacaklar. Küçüklüğümden
beri, bunu da kabullenmiş durumdayım. Bundan dolayı da eller; hanlar, hamamlar,
yalılar ve yatlara sahip olmayı planlarken, benim hayalim hep kitap satın almak
ve onları okumak oldu.
Buraya
kadarki kısmı hoş görünüyor: Oku!; okumak istediklerini de satın al!
Kime, ne zararı var?
Hiç
kimseye.
Doğrusunu
söylememi isterseniz tam öyle değil aslında. Kitap okuma isteğinin ardından
gelen kitap satın alma arzusu insanı pek çok defa perişan ediyor. ‘Keşkem, iyi
kütüphanelerimiz olsa da, bu kitaplara para vermeden oralardan ödünç alıp
okusam’ diye iç geçiriyorum çoğu zaman. Fakat, gerçeklere boyun eğmekten başka
bir şey yapamam. Ülkemizin yöneticilerinin nazarında kütüphaneler, bilmem ki KAÇ
BİNİNCİ SIRADA ÖNCELİĞE SAHİPTİR? pek çoğuna sorsanız belki de, akıllarına bile
gelmez. Hatta, ilim adamlarına sorsanız kütüphanelerin onların öncelik
sıralamasında önlerde yer aldığından da şüpheliyim.
O
halde, okumak istediğim kitapları kendi gariban kesemden karşılamaktan başka
çarem yok. Hiçbir zaman da bunun dışında bir yol bulamadım.
Yakıcı
sorun işte budur: İçinizde büyük kitap okuma arzusu var, fakat istediğiniz kitapları
satın alıp okuyamıyorsunuz.
Bu temel
sorun, neredeyse bütün hayatım boyunca benim yakamı bırakmamıştır.
1981-1986
yılları arasında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okurken de bu
sorun hiç yakamı bırakmadı. Orta halli ve çocuğunu seven bir ailenin
yapabileceği kadar desteği her zaman arkamda hissettim. Fakat benim sorunum
sıradan bir öğrencinin sorunu değildi, benimki başkalarından biraz fazla, hatta
‘aşırı’ idi.
Fakülte
yıllarım, kitapla ilişki açısından bazen iyi bazen kötü geçiyordu. Cebimde
param olunca rahatlıyordum, olmayınca ise boynu bükük kitapçı vitrinlerini
seyrediyordum.
Kızılay
(Ankara), kitapçıların çok bulunduğu yerlerden biriydi. Özellikle de Zafer
Çarşısı’ndaki kitapçılara çok sık uğruyordum. İşte böyle kitapçı ziyaretlerinden
birinde, galiba 1983 yılı idi, yol kenarında açık tezgahta kitap satan iki
kişiyi fark ettim. Kitaplarına baktım, bazılarını satın aldım. Başka zamanlarda
da aynı seyyar kitapçılardan kitaplar aldığım çok oldu. Bir seferinde, bu seyyar
kitapçılardan birinden, bir-iki kitap satın aldım, başka birini daha beğendim,
fakat param yetmedi. Bunu anlayan seyyar kitapçı amca, ‘Almak istiyorsan, onu
da al!’ dedi. Param olmadığını söyleyince, ‘Al, oku! İşini bitirince geri getirirsin’
dedi.
Şaşırdım,
mahçup oldum. Teklifini kabul edemeyeceğini söylediysem de, ‘Al diyorum sana!’
diye bana çıkıştı. Kitabı ödünç almaya mecbur kaldım.
Aldığım
kitabı birkaç içinde okuyup kendisine iade ettim. Daha sonraki haftalarda,
aylarda ve yıllarda ondan indirimli çok kitap satın aldım, o da bana yeniden
ödünç kitaplar verdi, onları da okuyup iade ettim. Böyle bir ilişki, onlarca
defa tekrar etti. Artık bizim seyyar kitapçı, bir kütüphane gibi bana yardım
ediyordu. 1986 yılında fakülteden mezun oluncaya kadar, yaklaşık üç yıl bu
ilişkimiz sürdü.
Bahsettiğim
seyyar kitapçılardan ikisi de, kitap satın alırken benim için ‘özel indirim’
yapıyorlardı. Fakat özellikle, orta boylu, sakallı olanı bana hem daha çok
indirim yapıyordu, hem de ödünç kitap veriyordu. İşin en ilginç yanı ise, bu
sakallı abimiz/amcamız, ALKOLİK DENİLECEK KADAR İÇKİ İÇEN BİRİYDİ. Şişeleri de
çoğu zaman kitap tezgahlarının yanında dururdu. Benimle konuşurken de bazen
ayık, bazen mahmur, bazen ise hakikaten sarhoş olurdu.
Ben
ilahiyat öğrencisiydim. Bana en çok yardım eden kitapçı, bir sarhoştu.
Çelişkiyi
tasavvur ediniz lütfen!
Zaman
zaman, ‘Acaba bu kadar iyi bir insan olmak için illa da sarhoş mu olmak lazım?’
diye kendi kendime çok sormuşumdur.
Fakülteden
mezun olduk. Aradan yıllar, yıllar geçti. Ben bu sakallı abiyi/amcayı bir daha
göremedim. Ama onu hiç unutmadım. Hep onu iyilikle andım. Üzerimde hakkı olduğu
için, gıyabında ona hep minnetlerimi ifade ettim.
Sanıyorum
2005 yılıydı; Ankara’daki bir sahafta kitap müzayedesi olduğuna dair bir haber
aldım. Atlayıp gittim. Müzayede başladı, bazı kitaplar satın aldım. Bir müddet
sonra çay molası verildi. Odanın birinde çay çerken, birden bire bizim sakallı seyyar
kitapçıyı orada görmeyeyim mi? Kalbim küt küt atmaya başladı. Hala sakallıydı,
aradan geçen yıllar onu da yaşlandırmıştı. Ama yüz hatları, tavırları,
konuşması ve espirileri hiç değişmemişti. Emin olmak için, ona kendisinin
Kızılay’da açık tezgahlarda kitap satıp ssatmadığını sordum. Olumlu cevap
alınca da, kendimi tanıttım, bana olan yardımlarından dolayı bir kez daha
teşekkür ettim. Ellerini öpmek istedim, izin vermedi. Hala içki içip içmediğini
sordum, çok şükür bu beladan kurtulup içkiyi bırakmış. Konuşma sırasında, çoğu
zaman kendisiyle birlikte başka bir seyyar kitapçının daha tezgah açtığını,
onun da bana çok yardımı dokunduğunu söyleyip, ‘Keşke onu da görebilsem, ona da
teşekkür edebilsem!’ dedim. Sakallı abim, biraz durgunlaştı, yere gözlerini dikip
başını hafifçe sallayarak, şu felsefî cümle ağzından döküldü:
‘O,
öteki dünyayı boyladı. RAHMETLİ ŞEREFSİZ İYİ ADAMDI’
Ne
diyeceğimi bilemedim. Sadece, ‘Allah rahmet eylesin!’ deyebildim. Biraz daha
sohbet ettikten sonra, müzayede başladı, oturum sonunda da kendisine bir kez
daha teşekkür ettim. Vedalaşıp ayrıldık.
Benim
sakallı kitapçımın, arkadaşına rahmet dilerken kullandığı cümle üzerinde o
günden beri düşünmekteyim.
Hem,
‘rahmetli’; hem ‘şerefsiz’; hem ‘iyi’; hem ‘adam’ ve hem de ‘iyi adam’ olmak
nasıl bir şey acaba?
Böyle
bir cümleyi, kim, kimin için kurabilir sizce?
Bu
cümlenin ifade ettiği anlam istisna mıdır, yoksa pek çok kişi için
kullanılabilir mi?
Ben,
pek çok kişi için kullanılabileceğini düşünenlerdenim.
Söz
gelimi; bir siyasetçinin veya bürokratın yaptığı kötü bir fiili veya sözü
gündeme getirdiğinizde, muhatabınız hemen savunmaya geçip ‘Ama, falan yere cami
yaptırdı, şöyle güzel işlere imza attı’ diyebiliyor. Bu durumda cevabım şudur:
‘Rahmetli şerefsiz iyi adamdı’
Ya
da; Taliban Zihniyeti’ni eleştiriyorsunuz. ‘Bu zihniyete mensup olan
insanların; düşüncemizi, ilmimizi, ülkemizi, insanımızı, medeniyetimizi,
dinimizi ve kültürümüzü felakete götürecek tuzaklar kuruyorlar’ diyorsunuz;
muhatabınız, ‘Ama efendim o dediğiniz kişi beş vakit namazında niyazındadır, şu
şu güzel işleri yapmıştır, şu kadar hayır işinde imzası vardır’ diye cevap
verip sizi susturmaya kalkıyor. Ben susmuyorum. Sadece ona şunu diyorum:
‘Rahmetli şerefsiz iyi adamdı’
Yahut,
‘Falan dindarımsı soytarı yıllarca başkalarının kitaplarını ve fikirlerini
çalarak, fakîh (veya İslam filozofu, tefsirci, hadisçi, kelamcı vs.) sıfatını
kazandı, ülkemizin çocuklarını hırsızlık mahsulü fikirlerle zehirledi, bütün
bunları yaparken de hiç utanmadı’ diyorsunuz. Dostlarınızdan biri hemen atılıp,
‘İyi ama, o dediğin zat, şu şu hizmetlerde bulundu. Hep dinimizi savundu, hep
müslüman çocuklarına yardım etti’ diye sizi susturma gereği duyuyor. Ona da cevabım
şudur: ‘Rahmetli şerefsiz iyi adamdı’
Rahmetli,
şerefsiz ve iyi adam olan kaç kişiyi tanıyorsunuz?
Harun
Anay/18.09.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
-----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.