BİR KADIN’IN HATIRALARI
Kıymetli dostlar, bakmasınızı bilirseniz büyük hazineler çoğu zaman yanı
başınızdadır. Onları keşfetmek büyük ölçüde size bağlıdır. Bunun için en önemli
şart ise: MERAK Duygusu’dur. Felsefenin de, ilmin de temelinde bu duygu vardır.
Bir kişide merak duygusu yoksa, bilim ve düşünce üretemeyek şöyle dursun, malumat
toplayıcısı bile olamaz. Böyle olunca, başta öğrencilerimizin olmak üzere herkesin
ilk hedefi, bu duyguya sahip olmak ve onu
içselliştirmek olmalıdır.
Merak duygusu sonucunda ulaşacağınız yeni bilgiler ve belgeler, bazen tam
aradığınıza eriştirir, bazen hayal kırıklığına uğratır, bazen ise büyük
hazineler elde etmenize sebep olur. İşte bu yazımın konusu sonuncusudur.
Bundan on yıl kadar önce, fırsat düştükçe yaptığım gibi İstanbul
(Beyazıt)’da kitapçıları ve sahafları dolaşıyordum. En çok peşinde koştuğum
hazineler, çoğunlukla Osmanlı Türkçe’sinde basılmış eserler ve belgeler olduğu
için, daha önceden bildiğim sahafları ziyaret ettim. Gide gele hepsiyle aşina
olduğumuz için, hoş beşten sonra her sahafta zaten çoğunun yerini ve ne
olduğunu bildiğim kitapları bir kez daha gözden geçirdim. Yeni bir şeyler olup olmadığını
kontrol ettim. Herhalde zamansız uğradım veya şanssız günüme denk geldi, birkaç
kitabın dışında satın alacak bir şey bulamadım.
Eeee..
No’lacak şimdi?..
Benim gibi bir kitap hastası için bu çok ciddi bir meseledir. Çoğunlukla
benim cebimde öyle her istediğimi yapabilecek kadar para bulunmaz. Fakat o gün
cebimde para var, harcamak istiyorum, alacak kitap yok. İşte bu, kahredici bir
durumdur. Adamı öldürür kahrından. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi
oldum. Adeta son günlerde bazı kelamcılarımızın düştüğüne benzer bir hali
yaşamaya başladım.
Moral bozukluğuyla, sonuncu sahaftan da çıktım. Yeni açılmış bir ikinci
el kitapçı görünce hemen içeri daldım. Maksadım cebimdeki parayı harcamak. Bu
para bir şekilde cebimden çıkmalı, ama boş yere değil, iyi veya iyiye yakın
kitaplara harcanmalı. Raflara göz gezdirdim; hemen hemen hepsi yabancı dilde
ikinci el kitaplar ve üniversiteye hazırlık veya test kitaplarıydı. Yine moralim
bozuldu, sağa sola göz gezdirdim. Tam çıkacakken, kitapçının masasının yanında
bir karton kolide bazı kağıtların, defterlerin, ajandaların vs. olduğunun
farkına vardım. ‘Orda ne var abi?’ diye sorunca, ‘Karışık şeyler var içinde;
daha önce seçildi, bakanlardan kimse beğenip almadı, bunlar döküntüler, eski
tarihte basılmış defterler, ajandalar filan var’ dedi. Az da olsa böyle şeyler
de benim ilgi alanımda olduğu için, daha bakmadan tanesi ne kadar diye sordum,
‘Bir milyon (:bugünkü değeriyle BİR) lira’ diye cevap verdi. Şöyle üsttekilere baktım
hepsi boş ajandalar, bazı takvim yaprakları ve birkaç defter vardı. İşe yarar
belki diye, daha hiç içlerinde ne olup olmadığına bakmaksızın, tane hesabıyla
hepsini satın aldım. Çantama yerleştirip oradan ayrıldım.
Ohhhh…
Şimdi içim rahatladı, en azından cebimdeki paranın bir kısmını harcadım;
daha ne olduğunu bile bilmediğim bir şeyler satın aldım. Düşündüğüm tek şey, bu
ajandalar eski tarihli olduğu için, belki bir gün işime yarayabileceğiydi. ‘En
kötü ihtimal, eski ajandaları nostalji kabilinden öğrencilerime gösteririm,
onların da hoşuna gider. Böylece zaten ucuza aldığım ajandalar da işe yarar’ diye
geçirdim aklımdan.
Eminönü’nden Üsküdar Vapuru’na bindim. Vapurda boş durmamak için, satın
aldıklarımın bir kaçına göz gezdirdim. Tamamen boş ajandalar idi. ‘Eh işte,
öğrencilerime gösterecek bir şeyler satın almış oldum, muhtemelen hepsi öyledir’
diyerek ötekilere hiç bakma gereği duymadım. Eve geldim, çantadakileri bir
köşeye yığdım. Belki de MERAK DUYGUSU BENDE HALA TAM İSTEDİĞİM ŞEKİLDE
GELİŞMEDİĞİ İÇİN, ajandaların içlerine bakma gereği duymadım.
Gel zaman, git zaman, bir gün evi biraz düzenleyeyim diye sağa sola
bakınırken, bu defterler gözüme ilişti. Ajandaları inceledikten sonra daha iyi
bir yere yereştirmek aklıma geldi. Teker teker incelemeye başladım. Ajandaların
biri tamamen boş, öteki de öyle, başkası da. Sarısıyla inceliyorum, birinde
Osmanlı Türkçe’si bazı yazılar, notlar gördüm. Bunun üzerine hem o defteri hem
de ötekileri daha dikkatle incelemeye başladım. Uzatmayayım, aldığım onlarca eski
tarihli (1929, 1933, 1960, 1968, 1978, 1984 vb.) ajandanın arasında otuz (30) adet
cep ajandasında yeni ve eski harfli notlar buldum, bu defterleri bir kenara
ayırdım. Ötekileri de bir kez daha sayfa sayfa inceleyip boş olup olmadıklarını
kontrol ettim.
Artık içinde eski ve yeni harfli yazılar ve notlar olan defterleri ayırıp
bazı yerlerini okuyarak gözden geçirmeye başladım. Defterlerin çoğunun başında
BİR KADININ ADI, adresi ve telefonu var. Defter sahibi hanımın ismini, şimdilik
açıklamak istemiyorum. İstanbul’da Süleymaniye Semti’nde oturan bu hanım, 1902
doğumlu bir EV KADINI, ama TERZİLİK de yapıyormuş.
Ev hanımı kahramanımız, ajandalarına günlüklerini kısa kısa yazmış.
Elimdeki defterlerin çoğu dolu, bazılarının sayfalarına sadece küçük notlar
düşmüş. Notlar ve günlük yazılarında hem kendi biyografisi, duyguları,
komşuları, arkadaşları hakkında bilgi veriyor, hem de yer yer dönemin sosyal
yaşamı hakkında malumat var. Defterlerde yer alan bilgilerin en önemli
özelliklerinden biri de, yaşadığı dönemin Süleymaniye semtindeki hayat tarzını
da belirli bir düzeyde yansıtması. En az bu kadar önemli olan başka bir husus
ise, defterlerde HAC HATIRALARININ DA BULUNMASI.
Kahramanızım hanım efendinin hem eski hem de yeni harfli yazıları düzgün
ve okunaklı. Zaman zaman, sevdiği şiirleri ve özlü sözleri de defterine
kaydetmeyi ihmal etmemiş. Yaşadığı dönemde kadınlar arasında cari olan bazı
özel deyimleri ve KÜFÜRLERİ de yazmış. Tabi böyle şeyleri sırf bilgi olsun diye
değil, kendisinin başka bir kişi hakkındaki DUYGULARINI İFADE ETMEK MAKSADIYLA
kağıda dökmüş.
Defterler arasında takvim yaprakları ve küçük kağıtlara yazılmış notlar
da buldum. Hatta başkalarına ait kartvizitler de mevcut. Birkaç tane de
başkalarının kendisine bıraktığı notlar var.
Hatıra notlarını yazan hanım efendinin gençliğinden itibaren ajandalara
günlüklerini yazdığını tahmin ediyorum. Zira elimdeki defterlerden biri 1929
yılına ait. Ancak, maalesef bütün ajandaları elimde değil. Kim bilir nerede?
Belki benim gibi bir meraklının arşivindedir, belki de çöplüğe atılıp imha
edilmiştir.
Bundan beş-altı yıl kadar önce, el yazmalarıyla ilgili bir sempozyumda bu
defterlerden bahsedip ülkemizde böyle defterleri ve notları muhafaza altına
alacak bir kurum olmadığına değindim. El yazları ve arşiv siyasetimizin yeniden
ele alınması gerektiğini vurguladım. Üzüntüyle belirteyim ki o zamandan sonra
bu konularda durum iyileşeceği yerde kötüleşti. Belki de aradan geçen yıllarda,
benim elimdeki gibi yüzlerce ve belki de binlerce defterin imha edilmesine
sebep olundu. BUNLARIN HESABINI KİM, KİME, NASIL VERECEK? İLİM ve MEDENİYET
BÖYLE DEĞERLİ DEFTER VE BELGELERİN KORUNMASIYLA GELİŞMEZ Mİ?
Bundan önceki bir yazımda, tarihin büyük ölçüde büyük/meşhur insanları
yazdığını, sıradan erkek ve kadınların adının bile olmadığını dikkatlerinize
sunmuştum. Elimdeki defterlerin sahibi, bir KADIN. Üstelik SIRADAN bir KADIN.
Bir EV HANIMI. Muhtemelen evinde çalışan ve mesleği TERZİLİK olan bir KADIN.
Bilmem ki şimdiye kadar böyle kaç kadınımız günlük tuttu? Bilmem ki böyle kaç
kadınımızın veya erkeğimizin günlükleri İMHA EDİLDİ? Bilmem ki bizim ÜLKEMİZİN
YÖNETİCİLERİ NE ZAMAN KÜLTÜR, BİLİM ve DÜŞÜNCEYE ÖNEM VERİR HALE GELECEKLER?
Son sözüm sizlere, özellikle de kız öğrencilerime:
LÜTFEN, KENDİNİZİ KÜÇÜMSEMEYİNİZ!
Hiç olmazsa, bu yazının konusu olan EV HANIMI KADAR KÜLTÜR HAYATIMIZA
KATKIDA BULUNUNUZ!
Lütfen, lütfen, lütfen, bir HARF, bir CÜMLE, bir PARAGRAF KADARCIK OLSUN;
gavurun da müslümanın da zulm ettiği, en önemlisi de yöneticileri ve
yetiştirdiği insanların gadrine uğramış AZİZ MİLLETİMİZE HİZMET EDİNİZ!
Bunu da yapmazsanız İHMALİNZİN HESABINI sizden ALLAH MUTLAKA SORACAKTIR.
Not: Kısmet olursa bu defterlerin içerikleri hakkında başka bir yazımda
biraz daha bilgi vereceğim.
Harun
Anay/16.09.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.