3 Eylül 2013 Salı

SANAT ve DİN EĞİTİMİ




SANAT ve DİN EĞİTİMİ/ÖĞRETİMİ
Bizim din eğitim ve öğretimimizin içinde sanatın herhangi bir yeri var mıdır sizce?
Bence hemen hemen hiçbir yeri yok. Hatta pek çok kişi hiç böyle bir ilişkiyi düşünmemiştir bile.
Sanat insanın güzellik duygusuna hitap ettiğine ve onu geliştirdiğine göre, sanat ile din arasında sıkı ilişki olmalı değil mi? Böyle bir yaklaşımdan hareket eden pek çok düşünürümüzün Allah’ın sıfatlarıyla ilgili yazılarının bazı kısımları bir anlamda sanat ve estetik yazısı gibidir. Söz gelimi Gazzali üstadımız aynen böyle yapar. İhyau Ulum ed-Din ve başka eserlerinde Allah’ın sıfatlarını açıklarken sanki bir estetik kuramcısı gibi yazmaktadır.
İyi sanatçıların dindarında da dinle ilişkisi olmayanında da; bir bilgenin dalgınlığına ve derinliğine, bir araştırmacının işinin başındayken aldığı zevke, bir mutasavvıfın vecdine ve samimi bir dindarın ibadetinden aldığı hazza benzer bir şeyler görmek mümkündür. İlgi çekici değil mi? Sebebi muhtemelen sanat duygusuyla dini duygu arasındaki yakın ilişkidir.
Peki, bizim din eğitim ve öğretimimizde, sanat gibi insanda derin izler bırakan ve bir anlamda insanın hakiki insan olmasına sebep olan bir alanın herhangi bir izini gözlemleyebiliyor musunuz? Resmi din eğitimi ve öğretimimizde sanatın zerresinin gözetilmediğini söyleyebilirim. Resmi olmayan yerlerde nasıl bir din eğitimi ve öğretimi verildiğini ise bilen varsa söylesin de biz de bilelim, anlayalım.
Bu üstün körü din eğitim ve öğretiminin tersine, belki de çocuklarımıza ve öğrencilerimize ilk kazandırmamız gereken duygulardan biri güzellik duygusu olması gerekir. Bu temel üzerine, yavaş yavaş daha üst duygulara yükselmek lazımdır. Biz ne yapıyoruz, hiç bunu dikkate almadan daha iki üç yaşındaki çocuklara dua ezberleri, ayet ezberleri, daha sonraki yaşlarda da sure ezberleri yüklüyoruz, belirli ibadetleri yapmaya zorluyoruz.
Yaşadığımız yüzyılın zorluklarını göz önüne aldığımızda böyle bir din eğitim ve öğretimi uygulaması sorunlarımızın en başında geliyor, bunu bilesiniz. ELBETTE FELSEFEYİ İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDEN KALDIRMAYA ÇALIŞAN Böyyyyyyükkk ÜSTATLARIMIZIN böyle bir derdi yok, onlar için önemli olan belirli sureleri ezberletip tatbik ettirmektir. DİN EĞİTİM ve ÖĞRETİMİ TAHSİL EDEN BAZI BİREYLERİN yontulmamış kütük GİBİ HER TARAFLARININ budaklı OLMASI ONLARI HİÇ RAHATSIZ ETMEZ.
Başka şeyler de onları rahatsız etmez. Mesela, başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde milyonlarca müslüman var. Onların çocuklarına nasıl bir din eğitimi ve öğretimi verileceği gibi sorunlar bu zevatın UMURLARINDA DEĞİLDİR. Almanya’nın veya İngiltere’nin en gelişmiş şehirlerinde de Anadolu’nun ücra bir köyünde de aynı din eğitimi ve öğretimini vermekten çekinmezler. Senin çocuğun kötü yola düşmüş, dinsiz olmuş, ayyaş olmuş, topluma zarar vermiş, ölmüş kalmış, onları hiç mi hiç ilgilendirmez. ZATEN onlardan SÖYLEDİKLERİNİN ve YAPTIKLARININ HESABINI SORAN DA YOK..
Bu taifenin umurunda olmayan o kadar çok sorun var ki..
Benim gibi gariban takımı bunları düşündükçe üzülür, kahrolur, fakat bahsi geçen zevata benim duyduklarımın milyonlarcasını anlatsanız ve gösterseniz hiç umursamazlar.. Zira vicdanları gelişmemiştir, duyguları körelmiş varlıklardır.
Yaşadığım bir hatıra ile bitireyim yazımı. Vaktiyle, Almanya’a çalışan ileri yaşlarda bir adam fakültedeki odama geldi. Ben kendisini tanımıyordum, başka biri belki senin sorununa dair bir şeyler söyler diye bana göndermiş. Tanıştık, konuştuk, dertleştik.
Anlattığına göre adamın sıkıntısı şuydu:
Yirmili yaşlarını geçmiş iki oğlu varmış. İkisini de küçüklükten itibaren Almanya’daki evlerinin yakınındaki cami hocalarında okutmuş. İkisi de Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmiş, ilmihal öğrenmiş, cami hizmetlerine yardım etmiş, imam efendilerden daha başka dini denilen bilgiler öğrenmiş. Bu arada ilk, orta ve liseyi orada okumuşlar. Sonuçta her ikisi de, bana anlattığı tarihte sürekli İÇKİ İÇER, MEYHANEYE GİDER, KILIĞI KIYAFETLERİ TÜRK’E BENZEMEZ ve inanç itibariyle de İSLAM’DAN TAMAMEN İLİŞKİLERİNİ KOPARMIŞ BİR HALDE YAŞIYORLARMIŞ.
Bizim baba bu duruma çok üzülüyordu. Üzüntüsü her halinden belliydi. Birileriyle konuşmuş, derdini anlatmış, o kişilerden çeşitli tavsiyeler almış.
Benimle esas istişare etmek istediği ise bu iki gencin nasıl ıslah edilebileceğinin yanı sıra o zaman daha küçük yaşta olan başka bir oğlunun nasıl yetiştirileceğiydi. Ona göre, iki oğlan elden çıkmıştı, sonuncusunu nasıl yetiştireceğine karar veremiyordu. Büyükleri gibi Kur’an Kursu’na veya cami hocasına gönderse aynı şeylerin onun da başına geleceğinden korkuyordu.
Uzun uzun konuştuk. Ayrıntısına girmeyeceğim. Küçük oğlanla ilgili olarak; çocuğunu hiç hacı hocayla meşgul etmemesini, kafasını karıştırmamasını, ilk fırsatta evlerinin yakınlarında Türklere ait saz (bağlama) veya folklor kursu varsa oraya göndermesini tavsiye ettim. Biraz ayrıntılı şekilde sanat-din ilişkisi hakkında konuştum ve esas sorunlarımızdan birinin güzellik duygusundan yoksun bir din eğitimi/öğretimi olduğunu anlattım. Bütün bu belaların, bu yüzden başına gelmiş olabileceğini ifade ettim.
Anlattıklarıma inanamadı, gözleri fal taşı gibi açıldı. İtiraz etti. Neyse kavga etmeden ayrıldık, vedalaştık. Uzun yıllar bir daha görüşmedik.
Aradan ne kadar geçti hatırlamıyorum; belki de on sene sonra, bir gün yine çat kapı odama geldi. Kendini tanıttı ve hemen beni kucakladı, hüngür  hüngür ağlamaya başladı..
Sakinleştirdikten sonra, ‘Hayırdır, bu ne hal amca?’ dedim. Hatırladığım kadarıyla ve mealen cevabı şöyleydi:
‘Size teşekkür etmeye geldim. Tavsiyelerinize önce itiraz ettim, hatta size çok kızdım, gıyabınızda sizin için ‘Böyle ilahiyat hocası mı olur?’ dedim. Sonra tavsiyenizi uygulamaya karar verdim. Küçük oğlanı önce bağlama kursuna, sonra da halk oyunları ekibine gönderdim. Bunları yaparken de bildiğim kadarıyla basit bazı dini bilgiler verdim. Şimdi benim küçük oğlan, çocuklarımın en dindarı, ibadetlerini yapıyor, aileye bağlılığı iyi, Türkiye’yi seviyor’
Çok duygulandım. Meğer insanın bir işe yaradığının farkına varması ne kadar da güzel bir duyguymuş.
Bu tavsiyem herkese uygulanabilir mi bilemem, böyle bir iddiam hiçbir zaman olmadı, olmaz, olamaz.
Fakat, çocuklarımıza ve öğrencilerimize din eğitimi ve öğretimi verirken -en baştan itibaren-, sanat ve güzellik duygusunun mutlaka dikkate alınması gerektiği hususunda kesin kanaat sahibiyim.
Harun Anay/04.09.2013.
----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.