SANAT
ve DİN EĞİTİMİ/ÖĞRETİMİ
Bizim
din eğitim ve öğretimimizin içinde sanatın herhangi bir yeri var mıdır sizce?
Bence
hemen hemen hiçbir yeri yok. Hatta pek çok kişi hiç böyle bir ilişkiyi
düşünmemiştir bile.
Sanat
insanın güzellik duygusuna hitap ettiğine ve onu geliştirdiğine göre, sanat ile
din arasında sıkı ilişki olmalı değil mi? Böyle bir yaklaşımdan hareket eden
pek çok düşünürümüzün Allah’ın sıfatlarıyla ilgili yazılarının bazı kısımları
bir anlamda sanat ve estetik yazısı gibidir. Söz gelimi Gazzali üstadımız aynen
böyle yapar. İhyau Ulum ed-Din ve başka eserlerinde Allah’ın sıfatlarını
açıklarken sanki bir estetik kuramcısı gibi yazmaktadır.
İyi
sanatçıların dindarında da dinle ilişkisi olmayanında da; bir bilgenin
dalgınlığına ve derinliğine, bir araştırmacının işinin başındayken aldığı zevke,
bir mutasavvıfın vecdine ve samimi bir dindarın ibadetinden aldığı hazza benzer
bir şeyler görmek mümkündür. İlgi çekici değil mi? Sebebi muhtemelen sanat
duygusuyla dini duygu arasındaki yakın ilişkidir.
Peki,
bizim din eğitim ve öğretimimizde, sanat gibi insanda derin izler bırakan ve
bir anlamda insanın hakiki insan olmasına sebep olan bir alanın herhangi bir izini
gözlemleyebiliyor musunuz? Resmi din eğitimi ve öğretimimizde sanatın
zerresinin gözetilmediğini söyleyebilirim. Resmi olmayan yerlerde nasıl bir din
eğitimi ve öğretimi verildiğini ise bilen varsa söylesin de biz de bilelim,
anlayalım.
Bu
üstün körü din eğitim ve öğretiminin tersine, belki de çocuklarımıza ve
öğrencilerimize ilk kazandırmamız gereken duygulardan biri güzellik duygusu
olması gerekir. Bu temel üzerine, yavaş yavaş daha üst duygulara yükselmek
lazımdır. Biz ne yapıyoruz, hiç bunu dikkate almadan daha iki üç yaşındaki
çocuklara dua ezberleri, ayet ezberleri, daha sonraki yaşlarda da sure
ezberleri yüklüyoruz, belirli ibadetleri yapmaya zorluyoruz.
Yaşadığımız
yüzyılın zorluklarını göz önüne aldığımızda böyle bir din eğitim ve öğretimi
uygulaması sorunlarımızın en başında geliyor, bunu bilesiniz. ELBETTE FELSEFEYİ
İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDEN KALDIRMAYA ÇALIŞAN Böyyyyyyükkk ÜSTATLARIMIZIN böyle
bir derdi yok, onlar için önemli olan belirli sureleri ezberletip tatbik ettirmektir.
DİN EĞİTİM ve ÖĞRETİMİ TAHSİL EDEN BAZI BİREYLERİN yontulmamış kütük GİBİ HER
TARAFLARININ budaklı OLMASI ONLARI HİÇ RAHATSIZ ETMEZ.
Başka
şeyler de onları rahatsız etmez. Mesela, başta Almanya olmak üzere pek çok
Avrupa ülkesinde milyonlarca müslüman var. Onların çocuklarına nasıl bir din
eğitimi ve öğretimi verileceği gibi sorunlar bu zevatın UMURLARINDA DEĞİLDİR.
Almanya’nın veya İngiltere’nin en gelişmiş şehirlerinde de Anadolu’nun ücra bir
köyünde de aynı din eğitimi ve öğretimini vermekten çekinmezler. Senin çocuğun
kötü yola düşmüş, dinsiz olmuş, ayyaş olmuş, topluma zarar vermiş, ölmüş
kalmış, onları hiç mi hiç ilgilendirmez. ZATEN onlardan SÖYLEDİKLERİNİN ve
YAPTIKLARININ HESABINI SORAN DA YOK..
Bu
taifenin umurunda olmayan o kadar çok sorun var ki..
Benim
gibi gariban takımı bunları düşündükçe üzülür, kahrolur, fakat bahsi geçen zevata
benim duyduklarımın milyonlarcasını anlatsanız ve gösterseniz hiç
umursamazlar.. Zira vicdanları gelişmemiştir, duyguları körelmiş varlıklardır.
Yaşadığım
bir hatıra ile bitireyim yazımı. Vaktiyle, Almanya’a çalışan ileri yaşlarda bir
adam fakültedeki odama geldi. Ben kendisini tanımıyordum, başka biri belki
senin sorununa dair bir şeyler söyler diye bana göndermiş. Tanıştık, konuştuk,
dertleştik.
Anlattığına
göre adamın sıkıntısı şuydu:
Yirmili
yaşlarını geçmiş iki oğlu varmış. İkisini de küçüklükten itibaren Almanya’daki
evlerinin yakınındaki cami hocalarında okutmuş. İkisi de Kur’an-ı Kerim okumayı
öğrenmiş, ilmihal öğrenmiş, cami hizmetlerine yardım etmiş, imam efendilerden daha
başka dini denilen bilgiler öğrenmiş. Bu arada ilk, orta ve liseyi orada
okumuşlar. Sonuçta her ikisi de, bana anlattığı tarihte sürekli İÇKİ İÇER,
MEYHANEYE GİDER, KILIĞI KIYAFETLERİ TÜRK’E BENZEMEZ ve inanç itibariyle de
İSLAM’DAN TAMAMEN İLİŞKİLERİNİ KOPARMIŞ BİR HALDE YAŞIYORLARMIŞ.
Bizim
baba bu duruma çok üzülüyordu. Üzüntüsü her halinden belliydi. Birileriyle
konuşmuş, derdini anlatmış, o kişilerden çeşitli tavsiyeler almış.
Benimle
esas istişare etmek istediği ise bu iki gencin nasıl ıslah edilebileceğinin
yanı sıra o zaman daha küçük yaşta olan başka bir oğlunun nasıl
yetiştirileceğiydi. Ona göre, iki oğlan elden çıkmıştı, sonuncusunu nasıl
yetiştireceğine karar veremiyordu. Büyükleri gibi Kur’an Kursu’na veya cami
hocasına gönderse aynı şeylerin onun da başına geleceğinden korkuyordu.
Uzun
uzun konuştuk. Ayrıntısına girmeyeceğim. Küçük oğlanla ilgili olarak; çocuğunu
hiç hacı hocayla meşgul etmemesini, kafasını karıştırmamasını, ilk fırsatta evlerinin
yakınlarında Türklere ait saz (bağlama) veya folklor kursu varsa oraya
göndermesini tavsiye ettim. Biraz ayrıntılı şekilde sanat-din ilişkisi hakkında
konuştum ve esas sorunlarımızdan birinin güzellik duygusundan yoksun bir din
eğitimi/öğretimi olduğunu anlattım. Bütün bu belaların, bu yüzden başına gelmiş
olabileceğini ifade ettim.
Anlattıklarıma
inanamadı, gözleri fal taşı gibi açıldı. İtiraz etti. Neyse kavga etmeden
ayrıldık, vedalaştık. Uzun yıllar bir daha görüşmedik.
Aradan
ne kadar geçti hatırlamıyorum; belki de on sene sonra, bir gün yine çat kapı
odama geldi. Kendini tanıttı ve hemen beni kucakladı, hüngür hüngür ağlamaya başladı..
Sakinleştirdikten
sonra, ‘Hayırdır, bu ne hal amca?’ dedim. Hatırladığım kadarıyla ve mealen
cevabı şöyleydi:
‘Size
teşekkür etmeye geldim. Tavsiyelerinize önce itiraz ettim, hatta size çok
kızdım, gıyabınızda sizin için ‘Böyle ilahiyat hocası mı olur?’ dedim. Sonra tavsiyenizi
uygulamaya karar verdim. Küçük oğlanı önce bağlama kursuna, sonra da halk
oyunları ekibine gönderdim. Bunları yaparken de bildiğim kadarıyla basit bazı
dini bilgiler verdim. Şimdi benim küçük oğlan, çocuklarımın en dindarı, ibadetlerini
yapıyor, aileye bağlılığı iyi, Türkiye’yi seviyor’
Çok
duygulandım. Meğer insanın bir işe yaradığının farkına varması ne kadar da
güzel bir duyguymuş.
Bu
tavsiyem herkese uygulanabilir mi bilemem, böyle bir iddiam hiçbir zaman
olmadı, olmaz, olamaz.
Fakat,
çocuklarımıza ve öğrencilerimize din eğitimi ve öğretimi verirken -en baştan
itibaren-, sanat ve güzellik duygusunun mutlaka dikkate alınması gerektiği
hususunda kesin kanaat sahibiyim.
Harun
Anay/04.09.2013.
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.