KADIN
DİLİ’NE DAİR
Zihniyet
tarihi yazımı bizde çok zayıf bir alandır. Hemen hemen hiç gelişmediğini
söyleyebilirim. Bu feci durumun en önemli sebeplerinden birinin, böyle bir
bakış açısıyla kültür kaynaklarımızın yazılmaması, yazılanların da korunmaması
olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Siz bakmayın ortalıkta İslam’ı,
milletimizi ve ülkemizi sevdiğini iddia edip fırıldak çev
İşin
özeti şudur: Maalesef, iyi bir Türk zihniyet tarihi yazmak gittikçe güçleşiyor.
Zira böyle bir tarih yazımının dayanabileceği kaynaklar sürekli azalıyor. Adeta
barbarların bir ülkeyi talan etmesi gibi düşünce tarihimizin malzemeleri yok
ediliyor. Kim yok ediyor? Çok kişi, pek çok kurum. Ama en başta; dinini,
milletini ve memleketini çok çok çok sevdiğini iddia eden, bundan dolayı itibar
kazanan BAZI siyasiler, bürokratlar, ilim adamları, din adamları, aydınlar,
okumuş yazmışlar, öğretmenler, üniversite hocaları, yazarlar, çizerler. Elbette
halkımızın büyük bir kısmı da bu tahribata elinden geldiği kadar katkıda
bulunuyor.
Zihniyet
tarihi deyince, bir kişi veya toplumun; düşüncelerini, inançlarını, ahlakını,
davranışlarını, ilişkilerini, kültürünü ve medeniyetini yansıtmak için, en
küçük bir bilgi ve nesne kırıntısını bile kullanmayı yöntem olarak benimseyen
bir alandan bahsediyoruz. Bu yönüyle, büyük ölçüde kavramlara ve düşünürlerin
fikirlerine dayanan felsefe tarihinden farklı ve daha geniş bir alandır. Böyle
olunca da, bir felsefe tarihçisinin ilgisini çekmeyecek pek çok mesele,
zihniyet tarihçisinin ana sorunu olabilir. Bizim tarih yazıcılarımızın,
özellikle de felsefecilerimizin yaptığı en büyük hatalardan biri, herhangi bir
konuyu düşünür ve yazarken zihniyet tarihinin yöntemlerini hemen hemen hiç
dikkate almamamalarıdır. Söz gelimi bir siyasi tarih uzmanı, her şeyi siyasete,
bir felsefe tarihçisi ise her konuyu felsefe tarihine indirgeme hatasını
işlemektedir. Halbu ki, insanı anlamak sadece bunlarla olmaz, insanla ilgili
her şeyi dikkate almak gerekir. Bunu yapacak olan da zihniyet tarihidir.
İş
buraya gelince, kaynakların sürekli imha edilmesinin yanı sıra, iyi bir
zihniyet tarihi yazmanın önündeki başka bir büyük engele de işaret etmek
gerekir: TARİHTEN KADINLARIN DIŞLANMASI. Tarihten kadınların dışlanması demek, her
alanda kadınların yok sayılması demektir. İnsan denilen varlık, kadın ve
erkekten meydana geldiğine göre, kadınların yok sayılması veya onlara az yer
verilmesi demek, zihniyet tarihi yazmaya başlarken daha işin en başında YARIM
KAYNAKLA YOLA ÇIKMAK DEMEKTİR. Bu yüzden mesele çok ciddidir. Bir zihniyet
tarihçisinin asla kabul edemeyeceği bir durum söz konusudur.
Zihniyet
tarihi yazabilmek için bir milletin ve ülkenin diline özellikle dikkat etmek
gerekir. Konuşma ve yazı dilinin içindeki kelimeler, kavramlar, deyimler,
atasözleri bize büyük ipuçları verir. Ayrıca, mizahın, şakanın, alayın,
ciddiyetin, özgürlüğün, sevincin, sevginin, aşkın ve nefretin nasıl ifade
edildiğini bilmek gerekir. Ancak bu gibi unsurlar vasıtasıyla bir milletin
nasıl düşündüğünü ve niçin şöyle veya böyle davrandığını anlayabiliriz.
Bu hususlar
göz önüne alındığında, bizim kültür tarihimizde KADINLARIN DİLİ DE BÜYÜK ÖLÇÜDE
KAYIPTIR. Kadın dilinin kayıp olması demek; duygularının, sevinçlerinin,
düşüncelerinin, sevgilerinin, nefretlerinin, ideallerinin, inançlarının,
espirilerinin, mizahlarının, hakaretlerinin ve küfürlerinin kaybedilmesi demektir.
Bunlar kaybolmuşsa ve halen de ısrarla yok edilmeye devam ediliyorsa, elbette
zihniyet tarihi yazmak da güçleşecektir.
Hatırlanacaktır,
bundan önce, ‘Bir Kadın’ın Hatıraları’ başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu
yazıda, terzilik yapan bir ev hanımının günlüklerinden bahsederek, yıllarca
ajandalara ne yaptığını yazan bir ev hanımının notlarının ne kadar önemli
olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Ardından, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde okurken bir seyyar kitapçının bana yardım ettiğine dair anılarımı
da içeren ‘Rahmetli Şerefsiz İyi Adamdı’ başlıklı bir makale kaleme aldım.
Sonuncu makalede, seyyar kitapçının vefat eden arkadaşı hakkında kurduğu bu
cümlenin ne kadar derin anlamlar içerdiğini tebarüz ettirmeye gayret etmiştim.
Şansa
bakınız ki, bahsi geçen ev hanımın defterleri arasında müstakil bir kağıda
yazılmış bir notta da seyyar kitapçının arkadaşı hakkında sarfettiği ifadelerin
benzerinin bulunduğunu keşfettim. Bu not, bir kırtasiyeci kartvizinin arkasına
yazılmış. Anlaşıldığına göre notun sahibi, günlük tutan ev hanımının yakın
arkadaşlarından biri. Arkadaşı olan hanım, günlük tutan hanımı evinde ziyaret
etmek istemiş, eve gelmiş, fakat bulamamış. Bunun üzerine kartvizin arkasına şu
notu düşüp muhtemelen evin kapısının altından atmış. Ne zaman yazıldığı belli
olmayan notta şu ifadeler mevcut (Üstte günlük sahibi hanımın adı var, onu
yazmıyorum):
‘..ciğim/cığım,
‘Nerelerdesin?
Her gelişimizde seni evde bulamıyoruz. Ne SÜRTÜKLÜK bu böyle? Mahallede
dedikodu almış yürümüş. Artık biraz evde otur. Yahut da bize gel de
hasretliğimizi giderelim. Korkma o kadar. Not: Sadece biraz öperim. Eymen ve
ben ellerinizden öperiz. İmza.’
İki
kadının biribirine hitabını görüyor musunuz?
Samimiyet
dilini farkettiniz mi?
Günlük
yazan kadın, not bırakan kadının yaşça büyüğü olmalı, belki de akrabasıdır.
Bundan dolayı ellerinden öpüyor. Yani, ona saygıları sonsuz. ‘Biraz öperim’
derken, ‘Benim öpmemden çekinme, seni çok öpüp rahatsız etmem’ ya da ‘Seni
öpeceğim diye köşe bucak kaçma!’ demek istiyor galiba. Şüphe yok ki, bu da
samimiyetin ifadesidir.
Not
bırakan kadının, sevdiği ve saydığı bir kadına, ‘SÜRTÜK’ demesini nasıl
yorumlayalım? Sürtük kelimesi, genellikle evinde fazla durmayıp fazla gezen
kadına deniliyor, fakat ikinci bir anlamı daha var, ve bu ikinci anlamı çok
kötü. Not bırakan belki de ikisini birlikte kasdediyordur, kim bilir? Ama
hakiki anlamıyla değil, yine mecazi bir ifade kullanıyor muhtemelen. Mecazi
bile olsa, aralarında samimiyet olan bazı kadınların birbirlerine nasıl hitap
ettikleri hakkında güzel bir ipucu.
Bu
notta kullanılan üslup ile bizim seyyar kitapçının kullandığı ifade arasında
büyük benzerlik var. Biri erkek dili, öteki kadın dili. Cinsiyetleri farklı,
fakat aynı kültürün çocukları. İkisi de sevgilerini ifade ediyor. İkisi de
hasretlerini dile getiriyor.
Dilimizin
binbir incelikleri ve çelişkileri ne kadar da rahatça görülebiliyor, değil mi?
İşte,
zihniyet tarihimizin kaynaklarını sürekli kaybediyoruz derken bunları
kasdediyorum. Bilmem ki bundan kırk-elli sene öncesine ait bu türden kaç not
var elimizde? Yine bilmem ki, bundan iki yüz, beşyüz, bin sene önce yayaşan
erkekler de tıpkı bizim seyyar kitapçı gibi, ‘Rahmetli şerefsiz iyi adamdı’
diye mi arkadaşlarından bahsederlerdi? Aynı şekilde, söz gelimi Fatih döneminde
yaşayan bir kadın, kadın arkadaşını ziyarete gidip bulamadığı zaman evin
kapısının altından yukarıdaki gibi bir not bırakır mıydı?
Binlercesi
sorulabilecek böyle sualler cevaplandırılamazsa, zihniyet tarihi nasıl yazılabilecek?
Eh
işte..
Ne
kadar olursa o kadar.
Kahredici
olan ise, bugünün zihniyet tarihi kaynaklarının da hala imha ediliyor olmasıdır.
Geleceğe
çok az şey bırakabiliyoruz.
Esas
üzücü olan, belki de budur.
Harun
Anay/18.09.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.