15 Eylül 2013 Pazar

KADIN'IN ADI VAR MI?




KADIN’IN ADI VAR MI?

Bilinen yazılı literatürü göz önüne aldığımızda, 19. yüzyıldan önce yaşayan kadınlarımızın hayatları, faaliyetleri, görüşleri, yaşamları, psikolojileri, özel hayatları ve duygularıyla ilgili çok az bilgiye sahip olduğumuz söylenebilir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren bu bilgi eksikliğimiz yavaş yavaş giderilmeye başlandıysa da henüz tatmin edici bir seviyeye ulaştığını herhalde çok az kişi iddia edebilir.
Özellikle 20. yüzyılda Fatıma Aliye (ölümü:1936), Halide Edib Adıvar (ölümü: 1964), Samiha Ayverdi (ölümü: 1993), Halide Nusret Zorlutuna (ölümü:1984) ve Emine Işınsu gibi büyük yazarlar yetiştirdiysek de, onlar hakkında yazılan müstakil biyografiler bile oldukça eksiktir. En meşhur kadın yazarlarımızın ve düşünürlerimizin durumu buysa, ötekileri varın siz düşünün..
Zaten bütün tarih boyunca, esas itibariyle meşhur ve göz önünde olanların hayatları yazılmıştır. Genel tarih kitapları bile çoğu zaman, saltanat merkezlerini ve bu merkezlere yakın veya onlarla ilişkili olan siyasi olayları anlatmakta, öteki konulara ise ‘dolayısıyla’ girmektedir. Kaynakların durumu bu olunca, tarihin nasıl doğru yazılabileceği başlı başına bir sorun teşkil etmektedir. Bu eksikliği tamamlamak için, yıllardır tarihçiler tarafından ‘marjinal tarih yazcılığı’ diye bir alan geliştirilmeye çalışılmaktadır. Hülasası şudur: Üzüntüyle belirtmeliyiz ki TARİH ÖNEMLİ ÖLÇÜDE, BÜYÜK/MEŞHUR ADAMLARI ve OLAYLARI ANLATMAKTADIR.
Eski tarih kitaplarımız çoğu zaman, meşhur olmayan erkekleri yok saymıştır. Onlardan SADECE ve SADECE SAYISAL OLARAK BAHSETMEKTEDİR. Söz gelimi vergi ve nüfus kayıtlarında ya da defterlerinde böyle yüzlerce, binlerce sıradan hayat yaşayan erkeğin adına rastlamak mümkündür.
Meşhur olmayan kadınların durumu, 19. yüzyıl öncesi tarih kitaplarımızda TAM BİR VEHAMET ARZ EDER. İstisnalar hariç, YOKTURLAR, SAYISAL OLARAK BİLE YOKTURLAR. En meşhur müelliflerimizin, siyasetçilerimizin, yöneticilerimizin, alimlerimizin ve düşünürlerimizin ezici çoğunluğunun ANALARININ ve KIZLARININ İSİMLERİNİ BİLMİYORUZ, hatta ve hatta kızlarının olup olmadığı bile çoğu zaman meçhuldür.
En meşhur dedim de, aklıma geldi sorayım size, bütün zamanların en meşhuru, en bilineni, en sevileni ve hepimizin örneği Hz. Muhammed Efendimizdir, değil mi?
‘Şüphesiz ki evet’ dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Bu kadar meşhur ve her anına dikkat edilen Efendimizin hayatını anlatan eserlerde BİLE BAZI KADINLAR YOKTUR, biliyor musunuz?
‘Yapya ya? Atma recep, küçük at da civcivler de yesin!’ diyorsanız, lütfen aşağıdaki anımı okuyup sorduğum soruyu cevaplayınız.
İlkokulu küçük yaşta bitirdiğim için ailem yaşını doldursun diye beni medrese derslerinin okutulduğu bir yere gönderdi. Orada iki yıla yakın İslam tarihi, ilmihal, eski usülü takip ederek Arapça, fıkıh ve kelam gibi dersler okudum. Bu okulda fındık kadar boyumla anılan dersleri okumaya ve öğrenmeye çalışırken, bir gün okula BÖYYÜK BİR HOCA GELDİ. Şöyle böyyük, böylü böyyük diye öyle çok övdüler ki, sınıfa girdiğinde bütün öğrenciler biribirinin kalp çarpıntısını duyacak kadar heyecanlıydılar. Ben de öyle. Bacaklarım titriyordu heyecandan. Böyyyük hoca, bir şeyler anlattı, Peygamber Efendimizin hayatından örnekler verdi, bazı sorular sorarak bizi sınadı.
Böyyük hoca konuşmasını bitirince bize, ‘Herhangi bir sorunuz var mı?’ diye sordu.
Ne sorusu ya?..
Öğrenciler heyecandan bayılacak gibiydiler. Belki de bazı öğrenciler heyecan ve korkudan altlarına etmişlerdi. Epey uzun bir sessizlik oldu. Bu sırada, böyyük hoca sürekli gülümsüyor, herbirimizin gözlerini teker teker süzüyordu. Bugün olduğu gibi o zaman da cinleri hep tepesinde, kafası hep tuhaflıklarla meşgul ve haşarı biri olduğum için, birden bire aklıma bir soru geldi, parmak kaldırdım. Bana söz verdi. Böyyük hocaya sordum:
‘HOCAM!, PEYGAMBER EFENDİMİZİN EBESİNİN (baba anne veya anne anne) ADI NEDİR?’
Sınıfta uzuuuunnn bir sükut oldu. Kıyamet öncesi sessizliği gibi. Bize Arapça öğreten hoca da sürekli gülümseyen biriydi, o da bunu terketti. Böyyük hoca desen, ne yapacağını bilemez haldeydi, gülümsemeden vaz geçtim yüzü karardı. Sadece, ‘BİLMİYORUM’ diyebildi. Sonra da başarılar dilemeye benzer bir şeyler söyledi. Ve yanındakilerle birlikte sınıftan çıktı. Böyyük hocanın durumu gözümün önüne geldikçe, kendi kendime, ‘KEŞKEM, hocanın benim sorduğum soruyu duyunca şok olup ALTINA EDİP ETMEDİĞİNE BAKSAYDIM’ diyorum, fakat iş işten geçti, çok pişmanım, çoook. Şans insana bir kere gülüyormuş meğer.
Bakalım, böyyük ilahiyatçılardan kaç kişi BU SORUYA CEVAP VEREBİLECEK?
Yoksa böyyük ilahiyatçılar, ‘Kadın’ın adı bile adamı bu hale sokuyorsa, gerisini sen düşün!’ mü diyeckler?
Harun Anay/15.09.2013.
harunanay.blogspot.com
----

2 yorum:

  1. Erkek egemenliğinin sonucu. Ya da Kadın despotizmi de diyebiliriz. bende bir anımı yazacak olursam hocam kevser suresini işliyorum lise çocuklarıyla Sana soyu kesik diyenler asıl soyu kesik olanların ta kendileridir son ayet onu açıklıyorum ve Peygamber efendimizin soyu kızından devam etmiştir şeklinde çocukların aklını bunu almıyor ve bana sürekli itiraz ediyorlar çünkü " Onlar için soy demek erkek demek, insan demek erkek demek, ecdat demek erkek demek, sahabe demek sadece ve sadece erkek demek" ve bu yüzden akılları almıyor ama ayet aşikar şekilde bir kızın insan olduğunu soy sop sahibi olduğunu gözler önüne seriyor

    YanıtlaSil
  2. Zeynep Hocam, asıl meselemiz kadın-erkek hikayesi değil bence. İnsan'ı anlamaya çalışmak, insan olmaya çalışmak. Her yüzyılın modası farklı oluyor galiba? Son zamanların modası ise kadın hakları, kadınların ezilmişliği falan. Böyle modalarla biz yine insanı, insan olmayı, insanın olgunlaşmasını kaybediyoruz. İster kadın, isterse erkek olsun, kendisiyle yüzleşen, nefs muhasebesi yapan, karşısındakine saygı duyan, aklını kullanmasını bilen, empati yapan, insanlığa katkıda bulunan, ahlaken ve bilgi bakımından yetkinleşme hedefi olan insanlar olmaya çalışmalıyız. Bunun yerine, eski hikayenin farklı bir versiyonunu vizyona sokmamalıyız. Öyle erkekler tanıdım ki, insanlığımdan utandım. Öyle kadınlar tanıdım ki, onlarla aynı çağda yaşamaktansa bir an önce ölmek istedim. Sonuçta vardığım kanaat şudur: İnsanı kaybediyoruz, insan olma derdimiz çok az, Allah'ın hitabını yanlış yorumluyor veya hiç anlamıyoruz

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.