İLAHİYAT SAHNESİNDE NE OLDU?
Dini
bilgiler edinmeye hangi yaşlarda başladığımı hatırlamıyorum bile. Merhum canım babam
ve Allah ömürler versin annem benim ilk hocalarım sayılır. Onların yanı sıra,
babamın babası (dedem), baba annem, anne annem, halalarım, teyzelerim,
amcalarım ve dayılarımdan başlamak üzere onlarca kişiden din öğrenimi gördüm,
örnekler aldım. Daha sonra da hem resmi, hem de resmi olmayan yerlerde din ve
dini ilimler öğrenimim devam etti. Nihayet nasip oldu, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nde okudum. Orada bulunduğum 1981-1986 yılları arasında,
elimden geldiği kadar kendimi yetiştirmeye çalıştım, gayret ettim.
Fakat
okudukça ve memleketimizin yetişkinlerini tanıdıkça hem mutlu olmaya, hem de
üzülmeye başladım. Niçin mutlu olduğumu tahmin edersiniz. Bunun üzerinde, izin
verirseniz, şimdilik durmayayım.
Bu
yazımda, niçin mutsuz olmaya başladığıma birazcık da olsa değinmek istiyorum.
Dedim
ya, fakültede okurken kendimi yetiştirmek için çaba harcadım. Genel olarak dini
düşüncenin; İslam düşüncesi tarihinin; İslam felsefesinin; bilim tarihimizin;
dini ilimler denilen kelam, hadis, tefsir ve fıkıh gibi ilimlerin; bu ilimler
hakkında yapılan araştırmaların ve araştırmacılarımızın büyük sorunları
olduğunu bu çabalarım ve okumalarım sırasında anlamaya başladım. Her şeyi tozpembe
gören öğrencinin yerini artık soru soran, sorgulayan, tarihte ve günümüzde
ortaya çıkan sorunlara çareler düşünen bir genç aldı. Bu okumalarım ve
düşünmelerim neticesinde idi sanıyorum, fakülte üçüncü sınıfta öğrenci
arkadaşlarımın huzurunda ve ders sırasında bir hadis hocasına şu soruyu sordum:
‘-Eski
hadisçilerimizin geliştirdikleri TENKİT YÖNTEMLERİ göz alıcı. Bu kadar derin ve
ayrıntılı bir eleştiri yöntemine sahip olan bir medeniyetin çocukları, -İbn
Haldun gibi bazı istisnalar hariç- aynı yöntemi veya benzerlerini, fıkıh, kelam,
tefsir, genel tarih, siyaset, felsefe, ahlak ve tasavvuf gibi alanlara
uyguladılar mı? Uyguladılarsa nasıl? Uygulamadılarsa niçin?’
Hocamız
soruya cevap veremedi. Soruma, bugüne kadar tatmin edici bir şekilde cevap
verene de rastlamadım. Aynı soruyu bana sorsanız, bugün de hâlâ sizi tatmin
edecek bir cevaba sahip değilim.
Fakülte
yıllarında, fıkıh, hadis, tefsir, kelam, Kur’an ilimleri, tasavvuf, genel
tarih, Osmanlı tarihi, edebiyat tarihi, sosyoloji, psikoloji ve dinler tarihi
gibi alanlarda, okumalar yaptım, küçük küçük araştırmalarda bulunmaya çalıştım.
Nihayet İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde doktoraya başladım. Böylece
hayatımın daha sonraki kısmında büyük ölçüdü yoğunlaşacağım alan gittikçe daha
çok belirmeye başladı. Okudukça ve araştırdıkça zihnimdeki sorular ve sorunlar
büyüdü. Yüzlerce soru yıllardır zihnimde üşüşüp duruyor, cevaplandırılmayı
bekliyor.
Bu
sorular ve sorunlar arasında İKİSİ, son günlerde yaptığımız tartışmalarla
yakından ilişkilidir:
1-İslam
düşüncesi ve medeniyetinin yeniden canlı ve üretken hale gelebilmesi için neler
yapmak lazım?
2-Türkiye’deki
felsefe, bilim ve din eğitimi-öğretimi yapan kurumlar ve kişiler böyle bir
hedefe sahip mi, böyle bir hedefi gerçekleştirebilir mi?
Bu
iki soru, senelerdir yakamı bırakmıyor. Çalıştığım her yerde ve yaptığım her araştırmada
bu sorularla birlikteyim. Bu sorulara cevap verebilmek için, yüzlerce kitap inceledim,
kurumları araştırdım, hocaların biyografilerini ve çalışmalarını okudum. Ayrıca
bazıları bu istikamette olmak üzere, lisans veya lisans üstü tezler yaptırdım,
dersler verdim. Özel öğrenci gruplarına ders vererek kafamdaki soruların
cevaplarını aradım, öğrencilerimle tartıştım.
Sonuç
olarak şu kanaate vardım: Mevcut durumumuzu en ince ayrıntısına kadar BÜYÜK BİR
ELEŞTİRİ SÜZGECİNDEN GEÇİRMEMİZ GEREKİR. BÜYÜK SORUNLARIMIZ VAR. Sonraki
aşamada da olması gerekeni gösterme gibi büyük bir yükümlülük de bizi bekliyor.
Kurumlarımızı;
onların işleyiş tarzlarını; şu ana kadar katettikleri mesafeyi; başta ilahiyat
hocaları olmak üzere bahsettiğim alanda çalışanların hayatlarını, ilmi
şahsiyetlerini, akademik incelemelerini, ahlaklarını, düşünme tarzlarını ve
davranışlarını eleştiri süzgecinden geçirdikten sonra, bir zihniyet ve ahlak
tipolojisi oluşturmalıyız, ardından da aklımızın erdiğince olması gerekenleri
göstermeye çalışmalıyız.
İşte
bu amaçlara ulaşmak için yavaş yavaş, az az kalem denemeleri yapmaya başladım.
İnterneti kullanarak, benim boyumu aşan büyüklükteki sorunlara yavaş yavaş, az
az değinmeye başladım. Günlerdir okuduğunuz yazılar bu amaçla yaptığım denemelerimin
örnekleridir. Bir tür İŞARET FİŞEKLERİ KABİLİNDEN notlar yazıyorum.
Böyle
bir gayret içinde iken, Taliban Zihniyeti’nin desteklediği ve projelendirdiği
bir tuzak ÂNİDEN gündemimize küt diye oturdu: Başta felsefeyle ilgili olanlar
olmak üzere akli ilimleri dışlayan, çağdışı ve despot bir programı, üstelik din
istismarı yaparak, ilahiyat fakültelerine dayatmak istediler. Günlerdir bu
tuzağın ortaya çıkardığı pisliklerle meşgulüz. ŞİMDİLİK TUZAK PÜSKÜRTÜLMÜŞ
DURUMDA, fakat TEHLİKENİN TAMAMEN SONA ERMEDİĞİNİ yakından BİLİYORUZ.
Gerçi
genel olarak baktığımızda, bu konular da yukarıda sorduğum soruların dışında
değil. Taten böyle meseleler üzerinde düşünüyorum. Fakat benim esas zihnimi
meşgul eden konulara göre, uğraşmak mecburiyetinde kaldığmız Taliban
Zihniyeti’nin iftiraları, hakaretleri, yalanları ve tuzakları ikinci derecede kalıyor.
Ben, meselelerin meselesesiyle, sorunların sorunuyla meşgul olmak istiyorum. Ancak
böyle yaparak dinime ve ülkeme hizmet edebileceğim kanaatindeyim.
Hülasa,
Taliban Zihniyeti ve hempâları pek çok kişinin olduğu gibi, benim gündemimi de
değiştirdi. Bu zihniyetin şu ana kadar bana yaptığı en büyük kötülük budur.
Şöyle
bir hafızamı yoklayınca, Taliban Zihniyeti’nin bütün tarih boyunca, bilim ve
düşünceyle uğraşan insanlara hep aynı kötülüğü yaptığını hatırlıyorum. Bu
yüzden de teselli buluyorum. Bunda da vardır bir hayır.
Fakat
acısı şudur ki, İslam’ı istismar eden bu zihniyete mensup olan kişilerin
yaptıkları ve hedefleriyle MÜSTEŞRİKLİĞİN (:oryantalizmin) müslamanlara yapmak
istedikleri ve hedefleri aynıdır. Her ikisi de, İslam dünyasındaki düşünen
beyinlerin gündemlerini çalmak ve onları sahte konularla meşgul etmek
istemektedir. Ne garip değil mi? Müsteşriklere savaş açtığını sanan zavallılar,
gerçekte müsteşriklerin UŞAĞI HALİNE GELMİŞLER DE HABERLERİ bile yok. Ya da,
KASTEN BÖYLE HİYANETLERDE BULUNUYORLAR.
Her
neyse dostlar, ileride yine ana konularımıza döneceğim inşallah. Rabbim izin
verirse, yukarıdaki sorularımı ve onların benzerlerini yine sorup sizlerle
birlikte cevaplar bulmaya çalışacağım. Lütfen dua ediniz, zihnimiz açık olsun,
Allah şevkimizi ve sizlere olan sevgimizi azaltmasın. Gündemimizin çalınması
bana büyük üzüntü verse de, beynimi kemiren sorunlarımdan hiç uzaklaşmış
değilim.
Geçici
bir sorunla cebelleşmemiz lazımdır. Bu da vazifelerimiz arasındadır, öyle
olmalıdır.
Son
günlerdeki durumumuz biraz şuna benziyor:
Taliban
Zihniyeti’ne mensup iki birey, hayatlarında ilk defa tiyatroya gitmeye karar
vermişler. Her türlü sanata olduğu gibi tiyatroya da düşman oldukları için o
zamana kadar hiç böyle yerlere gitmemişler. Tecrübesizler. Bu yüzden de, arkadaşlarına
haber vermeksizin, GİZLİCE TİYATROYA GİTMEYE KARAR VERMİŞLER.
Neyse,
bir yolunu bulup bilet almışlar. İzlemek istedikleri oyunun günü ve saatini
kaçırmadan tiyatro binasına gitmişler. Çekine çekine, sora sora salonda
yerlerini bulup oturmuşlar. Bir müddet sonra oyun başlamış.
Oyun
sırasında Taliban Zihniyetli’nin biri SIKIŞMIŞ. Tuvalete gidecek olan, öteki arkadaşından
izin alıp dışarı çıkmış. Ortama alışık olmadığı için tuvaletin nerede olduğunu
da bilmiyor. Utana sıkıla bir görevliye sormak istemiş, fakat hiç kimseyi
bulamamış. O koridor, bu koridor dolaşmış, hızlı hızlı çatlayacakmış gibi
yürüyerek sağa sola bakınmış kimseyi görememiş. Adam, çok sıkışık vaziyette.
Nihayet bir odanın kapı kolunü çevirip bakmış. Kap karanlık bir oda. Hemen
içeriye dalıp büyük abdestini yapmış. İşini bitirip salondaki yerine döndükten
sonra, arkadaşına merakla bir soru sormuş, o da cevaplamış:
-‘Ben
yokken oyunda ne oldu, ne gelişmeler oldu?’
-‘YA
azizim, sorma! Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. İyi ki sanat şöyle iyidir,
böyle güzeldir denilen laflara kanmamışız. Sen yokken ne oldu biliyor musun?
ADAMIN BİRİ GELDİ, SAHNENİN ORTASINA MIÇIP GİTTİ’
Son
günlerde, ilahiyatçıların gündem sahnesine Taliban Zihniyetlilerin mıçıp gittikleri
kesindir. Temizlemek de malesef bize düşüyor.
Harun
Anay/22.09.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.