KADIN’IN
ADI VAR MI?
Bilinen
yazılı literatürü göz önüne aldığımızda, 19. yüzyıldan önce yaşayan
kadınlarımızın hayatları, faaliyetleri, görüşleri, yaşamları, psikolojileri,
özel hayatları ve duygularıyla ilgili çok az bilgiye sahip olduğumuz
söylenebilir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren bu bilgi eksikliğimiz yavaş
yavaş giderilmeye başlandıysa da henüz tatmin edici bir seviyeye ulaştığını herhalde
çok az kişi iddia edebilir.
Özellikle
20. yüzyılda Fatıma Aliye (ölümü:1936), Halide Edib Adıvar (ölümü: 1964), Samiha
Ayverdi (ölümü: 1993), Halide Nusret Zorlutuna (ölümü:1984) ve Emine Işınsu gibi
büyük yazarlar yetiştirdiysek de, onlar hakkında yazılan müstakil biyografiler
bile oldukça eksiktir. En meşhur kadın yazarlarımızın ve düşünürlerimizin
durumu buysa, ötekileri varın siz düşünün..
Zaten
bütün tarih boyunca, esas itibariyle meşhur ve göz önünde olanların hayatları
yazılmıştır. Genel tarih kitapları bile çoğu zaman, saltanat merkezlerini ve bu
merkezlere yakın veya onlarla ilişkili olan siyasi olayları anlatmakta, öteki
konulara ise ‘dolayısıyla’ girmektedir. Kaynakların durumu bu olunca, tarihin
nasıl doğru yazılabileceği başlı başına bir sorun teşkil etmektedir. Bu
eksikliği tamamlamak için, yıllardır tarihçiler tarafından ‘marjinal tarih
yazcılığı’ diye bir alan geliştirilmeye çalışılmaktadır. Hülasası şudur:
Üzüntüyle belirtmeliyiz ki TARİH ÖNEMLİ ÖLÇÜDE, BÜYÜK/MEŞHUR ADAMLARI ve
OLAYLARI ANLATMAKTADIR.
Eski
tarih kitaplarımız çoğu zaman, meşhur olmayan erkekleri yok saymıştır. Onlardan
SADECE ve SADECE SAYISAL OLARAK BAHSETMEKTEDİR. Söz gelimi vergi ve nüfus
kayıtlarında ya da defterlerinde böyle yüzlerce, binlerce sıradan hayat yaşayan
erkeğin adına rastlamak mümkündür.
Meşhur
olmayan kadınların durumu, 19. yüzyıl öncesi tarih kitaplarımızda TAM BİR
VEHAMET ARZ EDER. İstisnalar hariç, YOKTURLAR, SAYISAL OLARAK BİLE YOKTURLAR.
En meşhur müelliflerimizin, siyasetçilerimizin, yöneticilerimizin,
alimlerimizin ve düşünürlerimizin ezici çoğunluğunun ANALARININ ve KIZLARININ
İSİMLERİNİ BİLMİYORUZ, hatta ve hatta kızlarının olup olmadığı bile çoğu zaman meçhuldür.
En
meşhur dedim de, aklıma geldi sorayım size, bütün zamanların en meşhuru, en
bilineni, en sevileni ve hepimizin örneği Hz. Muhammed Efendimizdir, değil mi?
‘Şüphesiz
ki evet’ dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Bu
kadar meşhur ve her anına dikkat edilen Efendimizin hayatını anlatan eserlerde
BİLE BAZI KADINLAR YOKTUR, biliyor musunuz?
‘Yapya
ya? Atma recep, küçük at da civcivler de yesin!’ diyorsanız, lütfen aşağıdaki
anımı okuyup sorduğum soruyu cevaplayınız.
İlkokulu
küçük yaşta bitirdiğim için ailem yaşını doldursun diye beni medrese
derslerinin okutulduğu bir yere gönderdi. Orada iki yıla yakın İslam tarihi, ilmihal,
eski usülü takip ederek Arapça, fıkıh ve kelam gibi dersler okudum. Bu okulda
fındık kadar boyumla anılan dersleri okumaya ve öğrenmeye çalışırken, bir gün
okula BÖYYÜK BİR HOCA GELDİ. Şöyle böyyük, böylü böyyük diye öyle çok övdüler
ki, sınıfa girdiğinde bütün öğrenciler biribirinin kalp çarpıntısını duyacak
kadar heyecanlıydılar. Ben de öyle. Bacaklarım titriyordu heyecandan. Böyyyük
hoca, bir şeyler anlattı, Peygamber Efendimizin hayatından örnekler verdi, bazı
sorular sorarak bizi sınadı.
Böyyük
hoca konuşmasını bitirince bize, ‘Herhangi bir sorunuz var mı?’ diye sordu.
Ne
sorusu ya?..
Öğrenciler
heyecandan bayılacak gibiydiler. Belki de bazı öğrenciler heyecan ve korkudan
altlarına etmişlerdi. Epey uzun bir sessizlik oldu. Bu sırada, böyyük hoca sürekli
gülümsüyor, herbirimizin gözlerini teker teker süzüyordu. Bugün olduğu gibi o
zaman da cinleri hep tepesinde, kafası hep tuhaflıklarla meşgul ve haşarı biri olduğum
için, birden bire aklıma bir soru geldi, parmak kaldırdım. Bana söz verdi.
Böyyük hocaya sordum:
‘HOCAM!,
PEYGAMBER EFENDİMİZİN EBESİNİN (baba anne veya anne anne) ADI NEDİR?’
Sınıfta
uzuuuunnn bir sükut oldu. Kıyamet öncesi sessizliği gibi. Bize Arapça öğreten
hoca da sürekli gülümseyen biriydi, o da bunu terketti. Böyyük hoca desen, ne
yapacağını bilemez haldeydi, gülümsemeden vaz geçtim yüzü karardı. Sadece,
‘BİLMİYORUM’ diyebildi. Sonra da başarılar dilemeye benzer bir şeyler söyledi.
Ve yanındakilerle birlikte sınıftan çıktı. Böyyük hocanın durumu gözümün önüne
geldikçe, kendi kendime, ‘KEŞKEM, hocanın benim sorduğum soruyu duyunca şok
olup ALTINA EDİP ETMEDİĞİNE BAKSAYDIM’ diyorum, fakat iş işten geçti, çok
pişmanım, çoook. Şans insana bir kere gülüyormuş meğer.
Bakalım,
böyyük ilahiyatçılardan kaç kişi BU SORUYA CEVAP VEREBİLECEK?
Yoksa
böyyük ilahiyatçılar, ‘Kadın’ın adı bile adamı bu hale sokuyorsa, gerisini sen
düşün!’ mü diyeckler?
Harun
Anay/15.09.2013.
harunanay.blogspot.com
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.