ANKARA
İLAHİYATLI OLMAK BİR LÜTUFTUR!
Allah’ın
en büyük lütuflarından birine Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni
kazanmakla eriştiğimi yıllar sonra anladım. 1981 yılında fakülteye ilk
başladığımda ve daha sonraki beş yıl içinde çoğu öğrenci gibi benim de günlerim,
içinde bulunduğum yerin önemini anlamdan gelip geçti.
Fakat
mezun olup da meslek hayatına ve bilimsel araştımalara başlayınca fakültemin
bana neler kazandırdığını çok daha iyi farkına vardım. Hergün şikayet edip de
kıymetini bilmediğimiz yuvamız ne kadar değerliymiş de biz hoyratça onu ne çok tahkir
etmişiz..
Dersimize
giren ya da o yıllarda büyük insan ve ilim adamı olduklarını farketmeden sadece
isimleri etrafındaki iftiralara kanarak aleyhlerinde atıp tuttuğumuz insanların
isimlerini saysam inanamazsınız: Hüseyin Atay, İsmail Cerrahoğlu, Talat
Koçyiğit, Mehmet S. Aydın, Necati Öner, Süleyman Hayri Bolay, Mehmet Bayraktar,
Mehmet S. Hatiboğlu, Esat Coşan, Mustafa Fayda, Halil İbrahim Sarıoğlu, Hikmet
Tanyu, İbrahim Agah Çubukçu, Sabri Hizmetli, Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Beyza
Bilgin, Süleyman Ateş, Ethem Ruhi Fığlalı, Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Hüseyin
Gazi Yurdaydın .. ve daha niceleri.
Vefakar
ve cefakar Arapça ve İngilizce hocalarım ise bana mesleki bilgilerin yanı sıra insanlığı,
edebi ve hiçbir çıkar arzusu olmadan öğrencilerime sevgi duymayı öğrettiler.
Ankara
İlahiyat, kendini bilmez dindarımsı veya cahil mütedeyyinler arasında sayılmaya
layık pek çok kişi tarafından binlerce iftiraya maruz kalmış bir ilim
yuvasıdır. Neler söylenmedi onun ve mensuplarının hakkında neler.. Gavur
ilahiyat mı dersiniz, dinsiz yetiştiren fakülte mi dersiniz..
Mehmet
Sait Hatiboğlu gibi Efendimiz Hz.Muhammed’in adını duyunca bile ağlayan veya
ağlamaktan kendisini alamayan bir ilim dervişi hadis hocasına ZINDIK
denilebildi bu ülkede… Hiç utanmadılar, hiç sıkılmadılar, hiç haya etmediler..
Hüseyin
Atay gibi Cumhuriyet Dönemi ilim hayatımızın şeref tahtasında mutlaka adının
yer alması gereken, bütün hayatını dini ilimlere hasreden, doksana yaklaşan
yaşıyla bile hala öğrenmeye ve öğretmeye devam eden, mütedeyyinliği hususunda
hiçkimsenin şüphe edemeyceği bir kişiye, ZINDIK iftirası atılabildi bu ülkede.
Zındıklık,
dinsizlik, kafirlik bizim ülkemizde bazı densiz kişilerin dilinde, ‘seni
sevmiyorum’ veya ‘sen benim/bizim çıkarlarıma aykırı davranıyorsun’ demektir.
Bunun böyle olduğunu; okuyarak, yaşayarak, görerek, tanıyarak, deneyerek,
soruşturarak ve nihayet bazı yalanlara vaktiyle ben de inandığım için BÜYÜK
MAHCUBİYET DUYARAK idrak ettim.. Ama iş işten geçmişti maalesef..
Ankara
İlahiyat hepimizin iftihar edeceği bir ilim yuvasıdır. Ankara İlahiyatlı olmak
bir şereftir, Allah’ın lütfudur. O fakültede görev yapan hocaların çoğunun ilim
namusuna sahip olduğunu hemen anlarsınız. Mezun olan öğrencilerinin çoğuna da
bu özellik az veya çok sirayet etmiştir. Tanıdığım Ankara İlahiyatlılar
arasında çok az SOYTARI DİNDARIMSI vardır. Hele son yirmi-otuz yıldır piyasada
at koşturan bazı soysuzların hiçbiri Ankara İlahiyat mezunu değildir.
Buradan
sevgili fakülteme, eskiden görev yapan veya halen hizmet eden her kademedeki
bütün Ankara İlahiyat hocalarına, 1949’dan beri bu fakülteden mezun olan ve
halen orada okuyan bütün öğrencilerine selam yolluyorum. İyi ki varsınız..!
Harun
Anay/Temmuz 2013
---
Bir de yumurtadan çıkmış da kabuğunu beğenmiyorlar derler!
YanıtlaSil:) Demek ki bizim yumurta ve civciv farklıymış:)
YanıtlaSilHarun hocam kalemine sağlık. Senden çok şeyler öğreneceğim şahsen.
YanıtlaSilİbrahim Abi lütfetmişsiniz. Ben her zaman sizlerden istifade ediyorum.Sağlık, hayır, zihin açıklığı ve başarılar niyaz ederim
YanıtlaSilGerçekleri söylemek zordur,hazmetmek ise daha da zordur.aklına kuvvet.
YanıtlaSil