AHMET
CEVDET PAŞA’NIN MODERNİZME BAKIŞI
Harun
ANAY
Birçok
açıdan İslâm dünyasının XIX. yüzyıldaki temsilcisi olan Osmanlı Devleti'nin ve
bu devletin sınırları içinde yaşayan müslü- manların batı medeniyetiyle girdiği
ilişkinin günümüzdekinden farklı olduğu bir dönemde yaşayan Cevdet Paşa
(1823-1895)'nm modernizme bakışını ortaya koymaya çalışacağım. Hemen belirtmek
gerekir ki, XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan tenkitçi bir Katolik dinî
hareketine ve genel olarak Hristiyan ve İslâm dünyasında görülen dinî ve siyasî
sahadaki libaralist anlayışlara modernizm denildiği gibi Cemâleddin Efgânî,
Muhâmmed Abduh, Seyyid Ahmed Han, Kasım Emin, Ali Abdurrazık ve Fazlur Rahman
gibi müslüman düşünürlerin batının İslâm dünyasına ve medeniyetine çeşitli
sahalarda meydan okumasına karşı takındıkları , tavır ve ortaya koydukları
görüşlere de batı literatüründe aynı isim verilmektedir. Zaman zaman
"modemite" ve "modernization" kelimeleriyle eş anlamlı
olarak da kullanılan "modernisin" kavramı, modern (çağdaş) olarak
kabul edilen şeyleri desteklemeyi gaye edinen kültürel ve sosyal tavırların
adıdır. Bu anlamda terimin batı kaynaklı oluşuna paralel olarak yine batı'nın
kültürel değerlerini destekleyen, savunan ve başkalarına da kabul ettirmeye
çalışan, aklı tek bilgi kaynağı kabul eden aydmlanmacı bir dünya görüşünün de
temsilcisidir'[1]'. Bu
yüzden ele alacağımız konu büyük ölçüde Cevdet Paşa'nm batı medeniyeti ve İslâm
medeniyetine bakışıyla ilgili olacaktır.
Bilindiği
gibi Cevdet Paşa, bazı ilimleri resmî eğitim kurumlarının dışında öğrenmiş olsa
da, geleneksel kültürün en önemli müesseselerinden biri olan medresede
yetişmiştir. Bu yüzden de kültürel birikiminin büyük kısmın], İslâm dünyasında
okutulan klâsik ilimler ve yönelişle!" teşkil etmektedir. Tarih, takvim,
fıkıh, dil ve felsefe gibi birçok alanda görüşler ileri süren Cevdet Paşanın
eserleri onun asıl kültür ağırlığını yansıtacak malzemelerle doludur. Batı
kültür ve medeniyetini tanımak için öğrenmeye başladığı ve tam geliştiremediği
için hayıflandığı Fransızca'sının hangi seviyede olduğu tartışmalı olmakla
birlikte'[2]',
hayatından ve eserlerinden onun birinci elden kaynaklara dayanan yoğun bir
batı okuyucusu olmadığı anlaşılmaktadır. Şu halde Cevdet Paşa'nın batı kültür
ve medeniyetiyle ilgili bilgileri, Türkçe, Arapça ve Farsça'daki batıyla
ilgili yayınlardan, batıdan yapılan çevirilerden, çeşitli bölgelere yaptığı
gezilerden, devlete muhtelif kaynaklardan gelen bilgilerden ve nihayet daha
genç yaşta maiyetine girdiği Reşid Paşa'dan alınmış, dolayısıyla da ikinci el
malzemelere istinat etmektedir'[3]'. Eğitimindeki
bu durumu onun açısından olumsuz bir şekilde değerlendirmek mümkünse de oğlu
Ali Sedad Bey ve kızı Fatma Aliye Hanım'm eğitiminde hem İslâm hem de batı
kültürünü tanımaya yönelik bir yöntem takip etmesi'[4]'
onun eğitimdeki asıl idealini gösterdiği gibi bu sahadaki eksikliğinin farkında
olduğunun da ipuçlarını vermektedir. Bundan dolayı batı kültür ve medeniyetini
istemesine rağmen çok iyi öğrenemediği rahatlıkla söylenebilir. Bunun yanında
birçok baülı fikir ve kurumun Osmanlı topraklarına girişi ya da getirilişiyle
sonuçlanan ıslahat hareketlerinin en önemli köşe taşlarından biri olan
Tanzimat'ın fikir babası ve uygulayıcısı Reşid Paşa'nın yanında çalışması,
kendi tabiriyle Reşid Paşa'nın "mahrem-i esrârı" olması'[5]'; Osmanlı
döneminde yapılan ıslahatları prensip itibariyle zaman zaman savunması; bir çok
batılı kurumun Osmanlıda kurulması ve yerleşmesi için büyük bir gayret
sarfetmesi gibi hususlar. İslâm kültürüyle yetişmiş bu âlimi farklı bir bakış
açısıyla incelememizi zaruri kılar.
Bilgi
birikiminin büyük bir kısmını teşkil eden fıkıh, tefsir, tasavvuf, edebiyat,
mantık ve hikmet gibi ilimlerin konuları ve metodları hakkında Cevdet Paşa'nm
yenilikler getirdiğini söylemek zordur®. Bu ilimlerdeki başarısı, derin bir
bilgi, sağlam bir muhakeme, mevcudu yeni bir tarzda ele alma, bu bilgileri
yaygınlaştırma, bu ilimlerle pratik konular arasında bağlantılar kurma gibi
hususlar etrafında düğümlenir. Hazırlamak için büyük emek sarfettiği
Mecelle'deki yaklaşımı, yeni ictihadlar ortaya koyma ya da birçok kişinin
ısrarla savunduğu ictihad kapısının açılması şeklinde değil Hanefî mezhebi
içindeki görüşlerde tercihte bulunma tarzındadır'71. Dolayısıyla
klâsik ilimlere tenkidçi gözle bakmadığı gibi İslâm dünyasının o günkü
durumlara düşmesinin ana sebeplerinden birinin asırlardır İslâm dünyasına hâkim
olan ilimler ve bu ilimlerin çoğu birer değişmez hakikat telakki edilen
ilkeleri olduğunu görmekten uzaktır. Ancak Cevdet Paşa'nm ilmî mesaîsinin en
önemli kısmını verdiği tarih ilmi ve bu ilmin incelediği konularla ilgili
görüşleri üzerinde dikkatle durulmalıdır. Esasen batı medeniyeti ve modernizmle
ilgili görüşlerini de bu konuları ele aldığı yerlerde serdeder. Tespit, tenkit
ve çözümlerini yaşadığı döneme kadarki Osmanlı toplumu, devleti ve kurumlarıyla
ilgili olarak ileri sürse de bu hükümleri bütün bir İslâm medeniyetinin o günkü
durumu için genelleştirmek yanlış olmasa gerektir. Bir başka deyişle İslâm
dünyasının önemli bir kısmını elinde tutan ve bu dünyanın asırlardır
temsilciliğini yapan Osmanlı Devleti hakkında söylenenleri İslâm medeniyeti
olarak okumak ve anlamak da mümkündür. Bu yüzden bu tebliğde anılan
konulardaki fikirlerinin doğrudan İslâm medeniyetiyle ilgili olduğu kanaatinden
hareket ederek izahlarda bulunacağız.
Cevdet Paşa eserlerinde, bazen
"hadariyet"® terimini kullanmakta ise de çoğunlukla, kültür hayaümıza
Tanzimat'tan sonra giren "temeddün" ve "medeniyet"
kelimelerini kullanır'[6]'. Ona göre
medeniyet, toplumların devamlı değişerek çeşitli aşamalara maruz kalmasını
ifade eden tavırlar nazariyesiyle doğrudan irtibatlı olarak her toplumun geçtiği
bir merhaledir'[7]'. Bunun
yanında çeşitli sebepler neticesinde ortaya çıkan büyük medeniyetler de
bulunmaktadır. İbn Haldun, her medeniyetin doğup gelişerek ortadan kalkacağını
savunurken Cevdet Paşa bu anlamda bir tarihî determinizmi kabul etmiyor
görünmektedir'[8]'. Ona göre
medeniyetin menşei Asya'dır. Daha önceki medeniyetlerden çeşitli unsurlar alan
İslâm medeniyeti bedeviyetten hadariyete geçerek gelişmiş ve 1000/1591-1592
tarihinden itibaren de yavaş yavaş gerilemeye başlamıştır'[9]'.
Şu halde Cevdet Paşa'nın medeniyet anlayışıyla ilgili olarak ilk tespitimiz,
modernist anlayışların dayatmacı iddialarının aksine yer yüzünde tek bir
medeniyetin bulunmadığı şeklindedir. İslâm medeniyeti yer yüzündeki büyük
medeniyetlerden biridir; ancak geri kalmış durumdadır'[10]'.
Cevdet Paşa'nın medeniyet hakkındaki görüşleri
anlatılırken eserlerinde eğitim, devlet, ilimler ve medeniyetle ilgili olarak
çok sık kullandığı ve çoğu zaman "terakkî"'[11]',
ara sıra da "ilerleme"'[12]' şeklinde
ifade ettiği terimin açıklığa kavuşturulması gerekir. Batılı fikirlerin girmeye
başladığı bir çağda kullanılan bu kelimeler, tarihin tekrar ettiği, altın çağın
mazide olduğu ve geleceğin gittikçe kötüye gittiği anlayışının tersine altın
çağın gelecekte kurulacağı, geleceğin mutluluklar getireceği ve her türlü
değişikliğin, burada kullanıldığı anlamıyla terakkinin, iyiye doğru olduğuna
dair bir inancı ifade eden "progres"'[13]'
ile evrimci bir tarih anlayışını ve buna bağlı olarak da pozitivist bir tarih
görüşünü çağrıştırıyorsa da'[14]', Cevdet
Paşa'nm bu tabirden ne anladığına dair eserlerinde açık bir ifade yer
almamaktadır. Ancak îbn Haldun'un tesiriyle medeniyetleri izah ederken
başvurduğu "tavırlar" nazariyesi de "gelişme (terakki)"
fikrini ihtiva etmektedir. Bu yüzden Cevdet Paşa'nm "terakki' ile, tarihi
tamamen terkedilmesi gereken bir unsur olarak gören ve altın çağın mazide değil
gelecekte kurulacağını savunan prog- resi değil, her çağın ihtiyaçlarını
dikkate alarak geliştirilecek ilim, medeniyet, gelenek ve devlet anlayışı gibi
hususları kasdettiği sonucuna varabiliriz. Cevdet Paşa'nm Osmanlı Devletinin
çeşitli alanlardaki hatalarını ve ıslahat hareketelerini izah ve tenkit ederken
sık sık kullandığı, "zamanın şartlarına uymamak", "asra
uymamak", "îcâb-ı hal ve zamâne", "muvâfık-ı hal ve
maslahat", "asrın mütehammil olmaması", "dehrin
ilcââtı", "icab-ı hal ve vakt", "icâbât-ı zamâniye",
"ilcâât-ı zama- niye", "hal ve zamanın müsaid olmaması"
gibi ifadeleri ile'[15]'
Mecelle'nin en önemli genel kurallarından biri olan zamanın değişmesiyle
ahkâmın değişeceği prensibi de bu sonucu destekler mahiyettedir. Cevdet Paşa'nm
kendisinin batı medeniyetinden alınan ilimleri ve bunların metodlannı
"usûl-i cedide"'[16]) ve bu
medeniyetten alman unsurlara ise "yeni medeniyet"'[17]' adını
vererek eskiye sıkı sıkıya sarılanları ya da yeniliklere karşı çıkanları
"mutaassıp"'[18]' ve
"efkâr-ı atîka eshâbı"'[19]' şeklinde
olumsuz bir ifadeyle niteleyerek âdetâ suçlamasını da bu değişme ve yenileşme
anlayışına bağlamak mümkündür. Kendi ifadeleriyle belirtmek gerekirse Cevdet
Paşa'ya göre herşeyde yenilik (teceddüd) bulunmaktadır'[20]',
medeniyetlerin geçirdiği çeşitli tavırlarda farklı davranmak ve buna göre
müesseseler geliştirmek gerekir'[21]'. Bu
bilgilerden hareketle Paşa'nm terakki mefhumuyla progresi değil, zamana göre
yapılması lazım gelen şeyleri kasdettiği ve değiştirilecek şeyler bulunsa da,
maziyi tamamen terkedilmesi gereken bir unsur olarak görmediği sonucuna
ulaşabiliriz.
Biraz
önce de ifade edildiği gibi Cevdet Paşa'ya göre Osmanlı Devleti, onunla
birlikte de İslâm medeniyeti geri kalmıştır. Burada kullanılan "geri
kalma" tabiri de hemen her sahada zamanın icaplarını yerine getirmemek ya
da getirememek demektir. Bu yüzden bu ifade de doğrudan doğruya terakki fikri,
dolayısıyla da zamanın değişmesi mefhumuyla ilgilidir.
Cevdet
Paşa'ya göre Osmanlı Devleti'nin ve İslâm medeniyetinin geri kalmasının kanun-ı
kadime uygun davranmamak, asrın icaplarına uymamak, ilim ve maarife gereken
önemi vermemek, sınırlan fazla genişletmek, dış dünyayı, özellikle de Batı
dünyasını iyi tanımamak gibi sebepleri bulunmaktadır'[22]'.
Kendisinden önce bir çok yazarın savunduğu kanun-ı kadim'e uyulmadığı fikri,
bir yandan Cevdet Paşa'nın düşünce dünyasındaki gelenekselliği gösterirken
diğer taraftan da bir ikilemi ve tutarsızlığı bünyesinde taşır. Zira onun
anladığı manada kanun-ı kadîm Kânûnî devrinde vaz edilmiş kanun ve
prensiplerdir. Halbuki yukarıda belirtilen anlamda bir zaman mefhumuna ve
onunla birlikte hükümlerin değişebileceğine, değişmesi gerektiğine inanan birinin
kendisinden asırlarca önce ortaya konulmuş prensiplere uyulmamasını devletin
geri kalış sebeplen arasında sayması pek tutarlı görünmemektedir. Devletin geri
kalma sebeplerinden biri olarak zikredilen "Batı medeniyetindeki
gelişmeleri takip edememek" ise Cevdet Paşa'nın medeniyet anlayışının bir
başka yönüyle ilgilidir.
Cevdet
Paşa'ya göre İslâm medeniyetinin çok ilerlediği ve medeniyet yönünden büyük
mesafeler katettiği yıllarda bugünkü batı dediğimiz toplumlar vahşet içinde
yaşıyorlardı. Haçlı seferleriyle birlikte çeşitli kanallarla İslâm medeniyetini
tanıyarak, ondaki ilim ve maarifi alıp geliştirdiler ve Osmanlı devletinin geri
kalmaya başladığı yıllardan itibaren mesafeyi yavaş yavaş açtılar. Ve nihayet
aradaki bu mesafenin etkileri Osmanlı devleti üzerinde yavaş yavaş görülmeye
başladı; savaşlarda yenilgilerin ardı ardına gelmesi, iktisadî hayatın
bozulması gibi açık emâreler ortaya çıktı'[23]'.
Bu durumun zamanla farkına varılarak bazı ıslahat hareketlerine girişildi ise
de, Paşa'ya göre, bu ıslahat hareketlerinde bazı yanlışlar yapıldı. Lâle
Devrini değerlendirirken Cevdet Paşa'nın ileri sürdüğü görüşlerin bir kısmını
kendi dilinden dikkatinize sunmak istiyorum. Şöyle diyor:
"Ol asırda Devlet-i Aliyye'ce bir yeni
medeniyet yoluna gidilmek ve asâkir-i mualleme tertib edilmek elkarı zuhur
etmiş idi. Lakin işin başından başlanmayıp kuyruğundan tutulmuş ve binanın
temeline bakılmayıp saktın nakşına özenilmiş yani Frengistan'da münteşir olan
fünûn ve sanâyiin neşr ve tervicine himmet olunmak lazım gelür iken enhâr-ı
medeniyyetin getürdüğü hass ve hâşâk-ı israf ve sefâhete alda- nılmış idi. Ol
vakit ise İstanbul halkı pek mütesallib ve mütaassıb olduğundan tabaka-i
ulyâda bulunan me'mûrînin bu reftârmdan nefret ederek her dürlü muhdesâttan
ürkmeğe ve tarz-ı cedîd üzere yapılan ebniyeyi bile kerih görmeğe başlamışlar
idi."'[24]'
Tarihimizde bir dönüm noktası
olan Yeniçeriliğin ilgasıyla Rusya ve Mısır'da aynı mahiyette yapılan ıslahat
hareketlerini karşılaştırarak, özetle şu değerlendirmelerde bulunmaktadır:
Rusya'da bu ıslahatı yapan Petro'da böyle bir işe girişmek için gerekli
özellikler mevcut idi. Avrupa'nın en mütemeddin yerlerini gezerek incelemelerde
bulunmuştur. Ayrıca taklid-i sırf yoluna gitmemiştir. Mısır'da ise Mehmed Ali
Paşa "....Sefâhet yolunda Avrupa'yı taklid etmeksizin mücerred esbâb-ı
terakki ne ise anların istihsaline ikdam etti. Gerek askerce gerek mülkçe
ashâb-ı ma'lûmâttan âdemler yetiştirdi ve Mısır'da az vakit zarfında bir
hükümet-i kaviyye vücûde getirdi...". Bizde ise Yeniçerilik ortadan
kaldırılırken Padişah ıslahat yapmak için gerekli bilgilerden yoksun olduğu
gibi vükalâda da bunlar yoktu. "....Sonra da sırf taklid yoluna gidildi.
Bunda da ifrat edildi. Binânın ilıkâm-ı erkânına bakılmadı. Nakşına özenildi.
Emr-i terakkinin ilel ü mebâdisini istihsâle çalışılacağına malûmat ve âsâr-ı
müteferriasına heves edildi....".'[25]'
"Bir aralık ba'z-ı zevât-ı fetânet-simât zuhûr ile devletin umûr-ı
hâriciyesini iyice yoluna koydular. Lâkin anlar da ahvâl-i memleketi
bilmezlerdi. Bilmeyerek yaptıkları nizâmlar ekseriyâ memleketin bir tarafına
uyarsa diğer tarafına uymazdı. Bu cihetle kabil-i icra olmazdı..."'[26]'.
Bu
alıntılardan hareketle bazı hükümlere varacak olursak yapılan ıslahat
hareketlerinde Cevdet Paşa'ya göre şu yanlışlar yapıldı:
1-
Problemleri temelinden çözmeye çalışmak yerine,
sathî tedbirlere başvuruldu,
2-
Batı'nın asıl üstünlük kaydettiği alan olan
ilimlere önem vererek onları geliştirme ve bu konularda bizimle onlar arasında
bulunan büyük açığı kapatma yerine bu hususlara hemen hiç eğilinmedi,
3- Bu
ikisiyle bağlantılı olarak hastalığa yanlış teşhis konuldu ve yanlış tedavi
uygulandı. Böylece ya koyu bir taklitçiliğe, ya da bütün yenilikleri reddeden
bir taassuba saplanıldı'[27]'.
Bu
görüşlerden Cevdet Paşa'ya göre kendisinin "yeni medeniyet yolu"
dediği Batı medeniyetine doğru yönelmek için bu yeni medeniyetin bütün
unsurlarını ithal etmenin, ya da yeni medeniyet tarafından gelen her şeyi
reddetmenin hatalı olduğu ortaya çıkmaktadır. Buradan hareket ederek Cevdet
Paşa'ya göre bir başka medeniyetle ilişki kurarken ve o medeniyetten bazı
şeyleri alırken terkedilmeyecek olan bazı unsurların bulunduğu sonucuna
varabiliriz:
1-
Cevdet Paşa, İslâm dinine mensup samimi bir
mümindir. Bu yüzden bu dinin değişmeyecek olan, itikat, ibâdet, ahlâk vb. ana
unsurlarının değiştirilmesine asla taraftar değildir. Ayrıca tamamen müslü-
manlara has olan bazı adetlerin terkedilerek başka milletlerin, özellikle de
batılı milletlerin âdetlerini benimsemek yanlıştır. Kendi tabiriyle söylemek
gerekirse "alafırangalığa" özenmemeli, "mütefernic" olmamalıdır'[28]'. Zira
onlar için faydalı olan bir çok şey bizim için çok zararlı olabilir'[29]'.
2-
Başka bir medeniyetle ilişkide bulunurken, kendi
medeniyetinin hukuk sistemini muhafaza etmelidir. Zira tamamen farklı ihtiyaç
ve şartların neticesi olarak gelişen hukuk sistemi, başka bir medeniyeti-n
insanlarına uygulamaya çalışmak o milleti ve medeniyeti mahvetmek demektir'[30]'.
3-
Başka bir medeniyetten alınacak olan şeyler,
İslâm medeniyetinin mihenk taşı olan İslâm Şeriatına ve devletin prensiplerine
(usûl) uygun olmalıdır'[31]'. Zira
başka bir medeniyetin mensupları için iyi olan bir şey
İslâm
medeniyetinin mensupları için zarardan başka bir şeye yol açmayabilir. Kendi
ifadesiyle belirtmek gerekirse, "...bizim ba'zı ahvâl-i husûsiyyemiz var
ki diğer devletlere nâfi' olan bize muzır olur. Anlara devâ-i âcil olan bize
semm-i helâhil olur. Burasını derk ü temyiz eylemek ise en dakik
mesâildendir..."'[32]'
4-
İslâm medeniyeti, devlet ve otorite anlayışı,
din, kültür, gelenekler, ilim ve hukuk gibi bir çok açıdan batı medeniyetinden
farklıdır. Bu yüzden başka medeniyetlerle ilişkide bulunurken bu hususiyetler
dikkate alınmalıdır.
5-
İslâm medeniyeti başka medeniyetlerle ilişkide
bulunurken, hem kendini hem de muhatap medeniyeti çok iyi tanımalıdır'[33]). Bundan
sonra kendi kültür ve medeniyetimize metodik bir seçmeyle yaklaştığımız gibi
başka bir medeniyete karşı da aynı metodla yaklaşmalıyız. Böyle bir fikirden
hareket ettiği içindir ki, Cevdet Paşa'nm siyasî, idarî ve ilmî hayatının
önemli bir kısmı batı medeniyeti ve kültürünü taklid eden müteferniclerle
klâsik İslâm kültür ve medeniyetini taklid ederek her türlü değişikliğe direnen
mutaassıp taklitçilerle mücadele ederek geçmiştir'[34]'.
Cevdet Paşa'nm tarih kitabında Avrupa tarihiyle yaptığı mukayeseler ve bu
konudaki değerlendirmeleri de muhatap medeniyeti tanımaya matuf önemli bir
gayret olarak kaydetmek gerekir.
Cevdet
Paşa'nm bu görüşlerinden onun, başka bir medeniyetle ilişkide bulunurken
sağlam ve değişmeyecek bir şekilde "biz şuuru "na sahip olduğu
sonucuna varabiliriz. Bu şuura sahip olunduğu takdirde insan farklı bir
medeniyetin çocuğu olduğunu unutmadan ve o medeniyetin yeniden ihyasına
çalışmak ve bunu gaye edinmek şartıyla başka medeniyetlerle rahatlıkla ilişkide
bulunabilir; onlardan bir şeyler alabilir; onlara bir şeyler de verebilir.
Bunu batı medeniyetiyle ilişki için özel- leştirirsek, çeşitli sebeplerden
dolayı geri kalan Osmanlı devleti dolayısıyla da İslâm medeniyeti, "biz
şuuru"nıı kaybetmeden, değiştirilmemesi ve ithal edilmemesi gereken
unsurları sabit tutarak batı medeniyetiyle rahatlıkla ilişkide bulunabilir, bu
medeniyetten bir çok şey alabilir. Ancak burada alma bir zarurete mebni olup
geçici bir durumdur. Asıl hedef ise alınan veya alınacak olanları da bizim kendimizin
üretmesidir. Nitekim Fransız kanunlarının ithal edilmesi önerilerine karşı
Hanefî fıkhını kanunlaştıran (kodifiye eden); yine batıdaki tarih
bölümlemesinin esas alınması teklif edildiğinde bize uygun bir takvim arayışına
giren, batıda ortaya çıkan "eski çağ", "yeni çağ" vb. tarih
taksimlerine karşı İslâm dünyasının tarih taksiminin İslâm'ın ortaya çıkışıyla
başladığım bu yüzden de bu tarihten önceki dönemin "eski çağ",
sonraki dönemin ise "yeni çağ" olduğunu, bu anlamda yeni çağın da
matbaanın icadıyla ikij^e ayrıldığını ileri süren hep bu "biz şuuru"
dur'[35]'.
Bütün bu ifadeleri modcrnizmle
irtibatlandırırsak, dayatmacı bir medeniyet anlayışına sahip olan ve farklı bir
medeniyetin insanlarını batı medeniyetini kabule zorlayan ve bunları kabul
etmeyenleri aşağılayan, bilgi kaynağı olarak sadece aklı kabul eden bir
modernizm anlayışıyla Cevdet Paşa'nın alakasının olmadığını, bu görüşleri
kabul etmesine imkan bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak modernizmi
çağın gereklerine uyma ve dinde yenilik olarak anladığımız takdirde ise
yukarıda da görüldüğü gibi Cevdet Paşa'nın bu görüşlere itirazları vardır. Öte
yandan geri kalmışlığı telafi etmek için siyaset, sosyal, hukuk vs. alanlarında
devrimsel, kendi tabiriyle "defaten", yenilikler yapılması yerine
ıslahatçı ve tedrici düzenlemeleri esas alan bir görüşe sahip olduğu anlaşılmaktadır'[36]'. Cevdet
Paşa'nın Nizamiye Mahkemeleri'ni kurarken muhataplarını ikna etmek maksadıyla
Celâleddin Devvânî'nin Risale der Def-i Mezâlim
adlı risâlesini delil göstermesi'[37]', Tarihçi
Vâsıf’ın savaşta galibiyet ve mağlubiyetin Allah'ın iradesine bağlı olduğu
inancından hareketle Osmanlı devletinin çok orduya sahip olmasına rağmen bazen
yenildiğini, bazen de az orduyla düşmanı yendiğini belirterek kaderci bir
görüşle devletin gerilemesini izah etmeye çalışmasını sert bir üslupla tenkid
edip bu problemi Fahreddîn Râzî'ye de atıfta bulunarak tamamen klâsik kelâmın
önermeleriyle çözmeye çalışması'[38]' gibi
örnekler Cevdet Paşa'nın yeni problemlerin önemli bir kısmının klâsik ilimler
vasıtasıyla çözülebileceğine dair temel anlayışıyla uygunluk teşkil eder ve
genel çizgisi itibariyle de tutarlıdır. Ancak Cevdet Paşa'nın bir yandan, batı
dünyasında ilimler gelişirken İslâm dünyasında gerilemenin başladığını kabul
ederken, öte yandan İslâm dünyasında yaygın olan ilimleri ciddî bir tenkide
tabi tutmaması pek tutarlı görünmemektedir.
Eğitiminin ağırlığını İslâm kültürü teşkil eden
Cevdet Paşa'nm ortaya kovduğu medeniyet anlayışı, siyasî ve idari sahadaki
başarıları ve çeşitli sahalarda ortaya koyduğu eserlerinin, dış müdaheleler
olmadığı ve mecburî olarak bazı istenmeyen yollara kanalize edilmediği
takdirde, "geleneğin kendini yenileyebileceğine" dair üzerinde
düşünülmesi gereken örneklerle dolu olduğunu belirtmek istiyorum. Cevdet
Paşa'yla ilgili yapılabilecek belki de en önemli tespit ise onun kendine güven
duygusunu kaybetmemiş bir düşünür olduğu şeklindedir. Bu yüzden de o, gerekli
tedbirler alındığı takdirde İslâm medeniyetinin tekrar canlan- dırılabileceğine
inanmakta, âlemde herkesin fânî olduğunu ama devlet, millet ve vatanın bâkî
olduğunu savunmaktadır. Cevdet Paşa'nm modernleşmek ve modernizm adına dini
feda etmediğini, İslâm'ı ve onun kültür mirasını ve medeniyetini korumak adına
da batı medeniyetinin ulaştığı seviyeye sırt çevirmediğini, bundan dolayı da
özgün ve yerli değerlere dayanan bir gelişmeyi savunduğunu belirtmek gerekir.
"Tecdîd-i usûl ve fürû"u bir başka ifadesiyle "tecdîd-i ahvâl ve
usûl"ü savunduğu için'[39]' onu
"yenilikçi (müceddid)" sıfatıyla anmak da mümkündür.
(6) Bu konuda eserlerinde bir çok örnek bulunmakla birlikte, burada Beyânu'l-Unvân adlı eserinin son kısmında yer alan
ilimler tasnifi ve bu ilimlerle ilgili verdiği izahların tam
anlamıyla klâsik ilim tasnifinin bir devamı
olduğunu belirtmekle yetineceğiz. Bkz. Cevdet Paşa,
Beyânu'l-Unvân, İstanbul 1289, s.34-39.
(7) Mecelle'deki tavrı hakkında bkz. Ebül'ulâ Mardin, "Medeni
Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa", Hukuk Fakültesi Mecmuası,
XIII, S.l, s. 115-156, S.2, s.561-597;
(8) Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Tertib-i Cedid,
İstanbul 1309, I, 16, 106-107.
---
NOT: Yukarıdaki metin, Ahmet
Cevdet Paşa’nın vefatının 100. yılı dolayısıyla Türkiye Diyanet Vakfı
tarafından 1995 yılında Ankara’da düzenlenen sempozyumda bildiri olarak
sunulmuş, daha sonra da bildiri kitabında yayımlanmıştır. Metnin tam künyesi
için bkz. Anay, Harun, ‘Ahmet Cevdet Paşa’nın Modernizme Bakışı’, Ahmed Cevdet
Paşa Sempozyumu Bildirileri içinde, Ankara-1997, s.67-77, 95-96.
[1]
Modernizm hakkında genel bilgi için bkz. Colin Smith, "Modernism", The Encyclopedia • of Phüosophy, ed.Paul Edwards, V, 359, New
York 1972; Bernard M.G.Reardon, Ali E.Hillal Dessouki, "Modernism", The Encyclopedia ofReligion, ed.Mırcea Elida, X, 7-17, New
York 1987; John FAVilson, "Modernity", a.g.e., X,
17-22; Jürgen Habermas, "Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje", Postmodernizm Derleyen: Necmi Zekâ İstanbul 1990 içinde,
s.31-44; Alain Touraine. Modernliğin Eleştirisi, çev.
Hülya Tufan, İstanbul 1994.
[2] Bu konuda bkz. Cevdet Paşa,
Tezâkir. Yay.: Cavid Baysun, Ankara 1986, IV, 21; Muallim Cevdet,
"Dâru'l-Mualliminin Yetmiş Birinci Sene-i Devriyesi Vesilesiye Müessesenin
tik Müdürü Cevdet Paşa'nın Hayat-ı İlmiyesi Üzerine Konferans", Tedrisât Mecmuası, VIII, S.39, Haziran 1333, İstanbul 1335,
s.434; Ebül'Ulâ Mardin, "Medeni Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa", Hukulc Fakültesi Mecmuası, XIII, S.l, İstanbul 1947, s. 116,
128-129; Ümit Meriç, Cevdet Paşa'nın Cemiyet ve Devlet Görüşü,
İstanbul 1979, s.l 1-13, 157.
[3] Cevdet Paşa'nın Batı'yı az tanıdığı Midhat
Paşa tarafından da tenkid edilmiştir. Bkz. Niyazi Berkes,
Türkiye'de Çağdaşlaşma, İstanbul trsz., Doğu-Batı Yayınlan, s.325.
[4] Fatma Aliye Hamnı'ın eğitimi hakkında bkz.
Mübeccel Kızıltan, "Öncü Bir Kadın Yazar: Fatma Aliye Hanım", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları,
Fahir İz Armağanı I., XIV, Cambridge 1990, s.283-322 ; a.yz., "Gizemli Bir
Öykünün Peşinde", Toplumsal Tarih, III, S. 16, Nisan
1995, İstanbul 1995, s.13-21. Ali Sedad'ın hayatı hakkında fazla bilgimiz yoksa
da Fatma Aliye hanıma benzer bir eğitimden geçtiği ortaya koyduğu
fikirlerinden anlaşılmaktadır. Bkz. Necati Öner, "Mantıkçı Baba Oğul,
Ahmet Cevdet, Ali Sedat". Erdem. Atatürk Kültür
Merkezi Dergisi, II, S.6, Eylül 1986, Ankara 1987, s.769-799;
[6] Cevdet Paşa, Tezâkir, I,
10, 20, 64, III, 208, IV, 25-26, IV, 242, 253, 297; a.yz., Tarih,
I, 16, 76, a.yz., Ma'rûzât, Yay.: Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980, s.6, 91.
Medeniyet kelimesinin Tanzimat'tan sonra "civilisation" karşılığı
olarak girdiği hakkında bkz. Tuncer Baykara, " 'Nizam', 'Tanzimat' ve
'Medeniyet' Kavranılan Üzerine", Tanzimatm 150. Yıldönümü
Uluslararası Sempozyumu (Bildiriler}, Ankara 1991, s.63-65.
[7] Cevdet Paşa, Tarih, I,
17 vd. Cevdet Paşa'nın medeniyeti her toplumun geçtiği bir merhale olarak
anladığı ve bunun yanında büyük medeniyetler diye ikinci bir ayınm yaptığı
hakkında bkz. Ümit Meriç, a.g.e., s.31.
[8] Cevdet Paşa'nın geniş ve seyyal bir
muayyeniyetçi olduğu hakkında bkz. Ümit Meriç, a.g.e., s.43.
[13] Charles Frankel, "The Idea of
Progress", The Encyclopedia of Philosophy, ed. Paul
Edwards, VI, 483-487. Bu konuyu oldukça farklı ele alan bir eser için bkz.
Fehmi Cede'ân, Üsüsü't-Tekaddüm inde Müfekkiri'l-lslâm,
Amman 1988.
[14] Fehmi Cede'ân, a.g.e., s. 19 vd.
[15] Cevdet Paşa, Tezâkir, I,
11, 24, III, 198, 240, IV, 23; a.yz., Tarih, I, 87, 106,
110, VI, 4; a.yz., Ma'rûzât, s.6-7. Zaman mefhumu Cevdet
Paşa'nm hayatını ve faaliyetlerini belirleyen en önemli unsurlardan biridir.
Kendi ifdesine göre, o herşeyi vaktinde istemekte vakti gelmeden hiçbir şeye
tâlib olmamaktadır. Bu konuda bkz. Cevdet Paşa, Ma'rûzât,
s.240.
[18] A.yz., Tezâkir, I, 8,
IV, 23; a.yz., Tarih, I, 76, a.yz.,
Ma'rûzât, s.9. Bu konuda ayrıca bkz. Niyazi Berkes,
Türkiye'de Çağdaşlaşma, s. 160.
[21] A.g.e., VI, 46-47.
118 vd., V, 292, VI, 4, XII, 2, 188-189; a.yz., Ma'rûzât, s.3.
[26] A.g.e., IV, 221.
[27] Berkes de yukarıda belirtilen görüşlere uygun
ifadeler serdetmektedir. Ona göre, "[Tarih-i Cevdet'ten
bahsederken) Cevdet Paşa'nın bu büyük yapıtının zamanının reformcularına
verdiği mesaj şuydu: Geçmişteki bütün çağdaşlaşma çabaları bir yandan devlet
adamlarıyla ulemanın cehaleti, ahlâksızlıkları ve yanlış inançları yüzünden;
bir yandan da körükörüne batı siyasetlerinin çıkarlarına alet olan taklitçiler
yüzünden başarılı olamamıştır. Tarihinin kapsadığı dramatik olayları
anlatışında söylemek istediği şey, Osmanlı Devletinin yaşamasının ne
yeniliklere karşı körcesine direnme, ne de batının körükörüne taklidiyle
olacağı fikridir. Onca önemli olan, geçmişi batıdan alınacak taze bilimsel ve
teknolojik güçlerle canlandırmayı başarmaktı. Bu görüşü, Namık Kemal'den Ziya
Gökalp'e kadar birçok etkili düşünürler paylaşmıştır." Bkz. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s.231.
[30] A.g.e., I, 63, IV, 95, 194-195, 221.
[33] A.g.e., IV, 220-221.
[35] Takvimle ilgili olan
Talcvlrnü'l-Eduâr adlı eserinin dışında bu konudaki görüşü hakkında bkz.
Cevdet Paşa, Ma'rûzât. s.206; a.yz.,
Tezâkir. I, 203, IV, 109, 240-242, 256.
[39]
A.yz., Tarih, I, 223, V, 293.
----
Harun Anay/03.11.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
facebook.com/HarunAnay
twitter.com/HarunAnay
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.