3 Kasım 2013 Pazar

AHMET CEVDET PAŞA’NIN MODERNİZME BAKIŞI




AHMET CEVDET PAŞA’NIN MODERNİZME BAKIŞI

Harun ANAY

Birçok açıdan İslâm dünyasının XIX. yüzyıldaki temsilcisi olan Osmanlı Devleti'nin ve bu devletin sınırları içinde yaşayan müslü- manların batı medeniyetiyle girdiği ilişkinin günümüzdekinden farklı olduğu bir dönemde yaşayan Cevdet Paşa (1823-1895)'nm modernizme bakışını ortaya koymaya çalışacağım. Hemen belirtmek gerekir ki, XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan tenkitçi bir Katolik dinî hareketine ve genel olarak Hristiyan ve İslâm dünyasında görülen dinî ve siyasî sahadaki libaralist anlayışlara modernizm denildiği gibi Cemâleddin Efgânî, Muhâmmed Abduh, Seyyid Ahmed Han, Kasım Emin, Ali Abdurrazık ve Fazlur Rahman gibi müslüman düşünürlerin batının İslâm dünyasına ve medeniyetine çeşitli sahalarda meydan okumasına karşı takındıkları , tavır ve ortaya koydukları görüşlere de batı literatüründe aynı isim verilmektedir. Zaman zaman "modemite" ve "modernization" kelimeleriyle eş anlamlı olarak da kullanılan "modernisin" kavramı, modern (çağdaş) olarak kabul edilen şeyleri desteklemeyi gaye edinen kültürel ve sosyal tavırların adıdır. Bu anlamda terimin batı kaynaklı oluşuna paralel olarak yine batı'nın kültürel değerlerini destekleyen, savunan ve başka­larına da kabul ettirmeye çalışan, aklı tek bilgi kaynağı kabul eden aydmlanmacı bir dünya görüşünün de temsilcisidir'[1]'. Bu yüzden ele alacağımız konu büyük ölçüde Cevdet Paşa'nm batı medeniyeti ve İslâm medeniyetine bakışıyla ilgili olacaktır.
Bilindiği gibi Cevdet Paşa, bazı ilimleri resmî eğitim kurumlarının dışında öğrenmiş olsa da, geleneksel kültürün en önemli mües­seselerinden biri olan medresede yetişmiştir. Bu yüzden de kültürel biri­kiminin büyük kısmın], İslâm dünyasında okutulan klâsik ilimler ve yönelişle!" teşkil etmektedir. Tarih, takvim, fıkıh, dil ve felsefe gibi birçok alanda görüşler ileri süren Cevdet Paşanın eserleri onun asıl kültür ağırlığını yansıtacak malzemelerle doludur. Batı kültür ve medeniyetini tanımak için öğrenmeye başladığı ve tam geliştiremediği için hayıf­landığı Fransızca'sının hangi seviyede olduğu tartışmalı olmakla birlik­te'[2]', hayatından ve eserlerinden onun birinci elden kaynaklara daya­nan yoğun bir batı okuyucusu olmadığı anlaşılmaktadır. Şu halde Cevdet Paşa'nın batı kültür ve medeniyetiyle ilgili bilgileri, Türkçe, Arap­ça ve Farsça'daki batıyla ilgili yayınlardan, batıdan yapılan çevirilerden, çeşitli bölgelere yaptığı gezilerden, devlete muhtelif kaynaklardan gelen bilgilerden ve nihayet daha genç yaşta maiyetine girdiği Reşid Paşa'dan alınmış, dolayısıyla da ikinci el malzemelere istinat etmektedir'[3]'. Eğiti­mindeki bu durumu onun açısından olumsuz bir şekilde değer­lendirmek mümkünse de oğlu Ali Sedad Bey ve kızı Fatma Aliye Hanım'm eğitiminde hem İslâm hem de batı kültürünü tanımaya yöne­lik bir yöntem takip etmesi'[4]' onun eğitimdeki asıl idealini gösterdiği gibi bu sahadaki eksikliğinin farkında olduğunun da ipuçlarını vermektedir. Bundan dolayı batı kültür ve medeniyetini istemesine rağmen çok iyi öğrenemediği rahatlıkla söylenebilir. Bunun yanında birçok baülı fikir ve kurumun Osmanlı topraklarına girişi ya da getirilişiyle sonuçlanan ıslahat hareketlerinin en önemli köşe taşlarından biri olan Tanzimat'ın fikir babası ve uygulayıcısı Reşid Paşa'nın yanında çalışması, kendi tabiriyle Reşid Paşa'nın "mahrem-i esrârı" olması'[5]'; Osmanlı döneminde yapılan ıslahatları prensip itibariyle zaman zaman savunması; bir çok batılı kurumun Osmanlıda kurulması ve yerleşmesi için büyük bir gayret sarfetmesi gibi hususlar. İslâm kültürüyle yetişmiş bu âlimi farklı bir bakış açısıyla incelememizi zaruri kılar.
Bilgi birikiminin büyük bir kısmını teşkil eden fıkıh, tefsir, tasavvuf, edebiyat, mantık ve hikmet gibi ilimlerin konuları ve metodları hakkında Cevdet Paşa'nm yenilikler getirdiğini söylemek zordur®. Bu ilimlerdeki başarısı, derin bir bilgi, sağlam bir muhakeme, mevcudu yeni bir tarzda ele alma, bu bilgileri yaygınlaştırma, bu ilimlerle pratik konular arasın­da bağlantılar kurma gibi hususlar etrafında düğümlenir. Hazırlamak için büyük emek sarfettiği Mecelle'deki yaklaşımı, yeni ictihadlar ortaya koyma ya da birçok kişinin ısrarla savunduğu ictihad kapısının açılması şeklinde değil Hanefî mezhebi içindeki görüşlerde tercihte bulunma tarzındadır'71. Dolayısıyla klâsik ilimlere tenkidçi gözle bakmadığı gibi İslâm dünyasının o günkü durumlara düşmesinin ana sebeplerinden birinin asırlardır İslâm dünyasına hâkim olan ilimler ve bu ilimlerin çoğu birer değişmez hakikat telakki edilen ilkeleri olduğunu görmekten uzaktır. Ancak Cevdet Paşa'nm ilmî mesaîsinin en önemli kısmını verdi­ği tarih ilmi ve bu ilmin incelediği konularla ilgili görüşleri üzerinde dikkatle durulmalıdır. Esasen batı medeniyeti ve modernizmle ilgili görüşlerini de bu konuları ele aldığı yerlerde serdeder. Tespit, tenkit ve çözümlerini yaşadığı döneme kadarki Osmanlı toplumu, devleti ve kurumlarıyla ilgili olarak ileri sürse de bu hükümleri bütün bir İslâm medeniyetinin o günkü durumu için genelleştirmek yanlış olmasa gerek­tir. Bir başka deyişle İslâm dünyasının önemli bir kısmını elinde tutan ve bu dünyanın asırlardır temsilciliğini yapan Osmanlı Devleti hakkında söylenenleri İslâm medeniyeti olarak okumak ve anlamak da mümkün­dür. Bu yüzden bu tebliğde anılan konulardaki fikirlerinin doğrudan İslâm medeniyetiyle ilgili olduğu kanaatinden hareket ederek izahlarda bulunacağız.
Cevdet Paşa eserlerinde, bazen "hadariyet"® terimini kullanmakta ise de çoğunlukla, kültür hayaümıza Tanzimat'tan sonra giren "temed­dün" ve "medeniyet" kelimelerini kullanır'[6]'. Ona göre medeniyet, toplumların devamlı değişerek çeşitli aşamalara maruz kalmasını ifade eden tavırlar nazariyesiyle doğrudan irtibatlı olarak her toplumun geçti­ği bir merhaledir'[7]'. Bunun yanında çeşitli sebepler neticesinde ortaya çıkan büyük medeniyetler de bulunmaktadır. İbn Haldun, her mede­niyetin doğup gelişerek ortadan kalkacağını savunurken Cevdet Paşa bu anlamda bir tarihî determinizmi kabul etmiyor görünmektedir'[8]'. Ona göre medeniyetin menşei Asya'dır. Daha önceki medeniyetlerden çeşitli unsurlar alan İslâm medeniyeti bedeviyetten hadariyete geçerek gelişmiş ve 1000/1591-1592 tarihinden itibaren de yavaş yavaş geri­lemeye başlamıştır'[9]'. Şu halde Cevdet Paşa'nın medeniyet anlayışıyla ilgili olarak ilk tespitimiz, modernist anlayışların dayatmacı iddialarının aksine yer yüzünde tek bir medeniyetin bulunmadığı şeklindedir. İslâm medeniyeti yer yüzündeki büyük medeniyetlerden biridir; ancak geri kalmış durumdadır'[10]'.
Cevdet Paşa'nın medeniyet hakkındaki görüşleri anlatılırken eser­lerinde eğitim, devlet, ilimler ve medeniyetle ilgili olarak çok sık kullan­dığı ve çoğu zaman "terakkî"'[11]', ara sıra da "ilerleme"'[12]' şeklinde ifade ettiği terimin açıklığa kavuşturulması gerekir. Batılı fikirlerin girmeye başladığı bir çağda kullanılan bu kelimeler, tarihin tekrar ettiği, altın çağın mazide olduğu ve geleceğin gittikçe kötüye gittiği anlayışının tersine altın çağın gelecekte kurulacağı, geleceğin mutluluklar getireceği ve her türlü değişikliğin, burada kullanıldığı anlamıyla terakkinin, iyiye doğru olduğuna dair bir inancı ifade eden "progres"'[13]' ile evrimci bir tarih anlayışını ve buna bağlı olarak da pozitivist bir tarih görüşünü çağrıştırıyorsa da'[14]', Cevdet Paşa'nm bu tabirden ne anladığına dair eserlerinde açık bir ifade yer almamaktadır. Ancak îbn Haldun'un tesi­riyle medeniyetleri izah ederken başvurduğu "tavırlar" nazariyesi de "gelişme (terakki)" fikrini ihtiva etmektedir. Bu yüzden Cevdet Paşa'nm "terakki' ile, tarihi tamamen terkedilmesi gereken bir unsur olarak gören ve altın çağın mazide değil gelecekte kurulacağını savunan prog- resi değil, her çağın ihtiyaçlarını dikkate alarak geliştirilecek ilim, mede­niyet, gelenek ve devlet anlayışı gibi hususları kasdettiği sonucuna vara­biliriz. Cevdet Paşa'nm Osmanlı Devletinin çeşitli alanlardaki hatalarını ve ıslahat hareketelerini izah ve tenkit ederken sık sık kullandığı, "zamanın şartlarına uymamak", "asra uymamak", "îcâb-ı hal ve zamâne", "muvâfık-ı hal ve maslahat", "asrın mütehammil olmaması", "dehrin ilcââtı", "icab-ı hal ve vakt", "icâbât-ı zamâniye", "ilcâât-ı zama- niye", "hal ve zamanın müsaid olmaması" gibi ifadeleri ile'[15]' Mecelle'nin en önemli genel kurallarından biri olan zamanın değişmesiyle ahkâmın değişeceği prensibi de bu sonucu destekler mahiyettedir. Cevdet Paşa'nm kendisinin batı medeniyetinden alınan ilimleri ve bunların metodlannı "usûl-i cedide"'[16]) ve bu medeniyetten alman unsurlara ise "yeni medeniyet"'[17]' adını vererek eskiye sıkı sıkıya sarılanları ya da yeniliklere karşı çıkanları "mutaassıp"'[18]' ve "efkâr-ı atîka eshâbı"'[19]' şeklinde olumsuz bir ifadeyle niteleyerek âdetâ suçlamasını da bu değiş­me ve yenileşme anlayışına bağlamak mümkündür. Kendi ifadeleriyle belirtmek gerekirse Cevdet Paşa'ya göre herşeyde yenilik (teceddüd) bulunmaktadır'[20]', medeniyetlerin geçirdiği çeşitli tavırlarda farklı davranmak ve buna göre müesseseler geliştirmek gerekir'[21]'. Bu bilgi­lerden hareketle Paşa'nm terakki mefhumuyla progresi değil, zamana göre yapılması lazım gelen şeyleri kasdettiği ve değiştirilecek şeyler bulunsa da, maziyi tamamen terkedilmesi gereken bir unsur olarak görmediği sonucuna ulaşabiliriz.
Biraz önce de ifade edildiği gibi Cevdet Paşa'ya göre Osmanlı Devleti, onunla birlikte de İslâm medeniyeti geri kalmıştır. Burada kullanılan "geri kalma" tabiri de hemen her sahada zamanın icaplarını yerine getir­memek ya da getirememek demektir. Bu yüzden bu ifade de doğrudan doğruya terakki fikri, dolayısıyla da zamanın değişmesi mefhumuyla ilgilidir.
Cevdet Paşa'ya göre Osmanlı Devleti'nin ve İslâm medeniyetinin geri kalmasının kanun-ı kadime uygun davranmamak, asrın icaplarına uymamak, ilim ve maarife gereken önemi vermemek, sınırlan fazla genişletmek, dış dünyayı, özellikle de Batı dünyasını iyi tanımamak gibi sebepleri bulunmaktadır'[22]'. Kendisinden önce bir çok yazarın savun­duğu kanun-ı kadim'e uyulmadığı fikri, bir yandan Cevdet Paşa'nın düşünce dünyasındaki gelenekselliği gösterirken diğer taraftan da bir ikilemi ve tutarsızlığı bünyesinde taşır. Zira onun anladığı manada kanun-ı kadîm Kânûnî devrinde vaz edilmiş kanun ve prensiplerdir. Halbuki yukarıda belirtilen anlamda bir zaman mefhumuna ve onunla birlikte hükümlerin değişebileceğine, değişmesi gerektiğine inanan biri­nin kendisinden asırlarca önce ortaya konulmuş prensiplere uyul­mamasını devletin geri kalış sebeplen arasında sayması pek tutarlı görünmemektedir. Devletin geri kalma sebeplerinden biri olarak zikre­dilen "Batı medeniyetindeki gelişmeleri takip edememek" ise Cevdet Paşa'nın medeniyet anlayışının bir başka yönüyle ilgilidir.
Cevdet Paşa'ya göre İslâm medeniyetinin çok ilerlediği ve medeniyet yönünden büyük mesafeler katettiği yıllarda bugünkü batı dediğimiz toplumlar vahşet içinde yaşıyorlardı. Haçlı seferleriyle birlikte çeşitli kanallarla İslâm medeniyetini tanıyarak, ondaki ilim ve maarifi alıp geliştirdiler ve Osmanlı devletinin geri kalmaya başladığı yıllardan itiba­ren mesafeyi yavaş yavaş açtılar. Ve nihayet aradaki bu mesafenin etki­leri Osmanlı devleti üzerinde yavaş yavaş görülmeye başladı; savaşlarda yenilgilerin ardı ardına gelmesi, iktisadî hayatın bozulması gibi açık emâreler ortaya çıktı'[23]'. Bu durumun zamanla farkına varılarak bazı ıslahat hareketlerine girişildi ise de, Paşa'ya göre, bu ıslahat hare­ketlerinde bazı yanlışlar yapıldı. Lâle Devrini değerlendirirken Cevdet Paşa'nın ileri sürdüğü görüşlerin bir kısmını kendi dilinden dikkatinize sunmak istiyorum. Şöyle diyor:
"Ol asırda Devlet-i Aliyye'ce bir yeni medeniyet yoluna gidilmek ve asâkir-i mualleme tertib edilmek elkarı zuhur etmiş idi. Lakin işin başından başlanmayıp kuyruğundan tutulmuş ve binanın temeline bakılmayıp saktın nakşına özenilmiş yani Frengistan'da münteşir olan fünûn ve sanâyiin neşr ve tervicine himmet olunmak lazım gelür iken enhâr-ı medeniyyetin getürdüğü hass ve hâşâk-ı israf ve sefâhete alda- nılmış idi. Ol vakit ise İstanbul halkı pek mütesallib ve mütaassıb oldu­ğundan tabaka-i ulyâda bulunan me'mûrînin bu reftârmdan nefret ederek her dürlü muhdesâttan ürkmeğe ve tarz-ı cedîd üzere yapılan ebniyeyi bile kerih görmeğe başlamışlar idi."'[24]'
Tarihimizde bir dönüm noktası olan Yeniçeriliğin ilgasıyla Rusya ve Mısır'da aynı mahiyette yapılan ıslahat hareketlerini karşılaştırarak, özetle şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: Rusya'da bu ıslahatı yapan Petro'da böyle bir işe girişmek için gerekli özellikler mevcut idi. Avrupa'nın en mütemeddin yerlerini gezerek incelemelerde bulun­muştur. Ayrıca taklid-i sırf yoluna gitmemiştir. Mısır'da ise Mehmed Ali Paşa "....Sefâhet yolunda Avrupa'yı taklid etmeksizin mücerred esbâb-ı terakki ne ise anların istihsaline ikdam etti. Gerek askerce gerek mülk­çe ashâb-ı ma'lûmâttan âdemler yetiştirdi ve Mısır'da az vakit zarfında bir hükümet-i kaviyye vücûde getirdi...". Bizde ise Yeniçerilik ortadan kaldırılırken Padişah ıslahat yapmak için gerekli bilgilerden yoksun olduğu gibi vükalâda da bunlar yoktu. "....Sonra da sırf taklid yoluna gidildi. Bunda da ifrat edildi. Binânın ilıkâm-ı erkânına bakılmadı. Nakşına özenildi. Emr-i terakkinin ilel ü mebâdisini istihsâle çalışıla­cağına malûmat ve âsâr-ı müteferriasına heves edildi....".'[25]' "Bir aralık ba'z-ı zevât-ı fetânet-simât zuhûr ile devletin umûr-ı hâriciyesini iyice yoluna koydular. Lâkin anlar da ahvâl-i memleketi bilmezlerdi. Bilmeyerek yaptıkları nizâmlar ekseriyâ memleketin bir tarafına uyarsa diğer tarafına uymazdı. Bu cihetle kabil-i icra olmazdı..."'[26]'.
Bu alıntılardan hareketle bazı hükümlere varacak olursak yapılan ıslahat hareketlerinde Cevdet Paşa'ya göre şu yanlışlar yapıldı:
1-                Problemleri temelinden çözmeye çalışmak yerine, sathî tedbirlere başvuruldu,
2-                Batı'nın asıl üstünlük kaydettiği alan olan ilimlere önem vererek onları geliştirme ve bu konularda bizimle onlar arasında bulunan büyük açığı kapatma yerine bu hususlara hemen hiç eğilinmedi,
3- Bu ikisiyle bağlantılı olarak hastalığa yanlış teşhis konuldu ve yanlış tedavi uygulandı. Böylece ya koyu bir taklitçiliğe, ya da bütün yenilikleri reddeden bir taassuba saplanıldı'[27]'.
Bu görüşlerden Cevdet Paşa'ya göre kendisinin "yeni medeniyet yolu" dediği Batı medeniyetine doğru yönelmek için bu yeni medeniyetin bütün unsurlarını ithal etmenin, ya da yeni medeniyet tarafından gelen her şeyi reddetmenin hatalı olduğu ortaya çıkmaktadır. Buradan hare­ket ederek Cevdet Paşa'ya göre bir başka medeniyetle ilişki kurarken ve o medeniyetten bazı şeyleri alırken terkedilmeyecek olan bazı unsur­ların bulunduğu sonucuna varabiliriz:
1-                Cevdet Paşa, İslâm dinine mensup samimi bir mümindir. Bu yüzden bu dinin değişmeyecek olan, itikat, ibâdet, ahlâk vb. ana unsur­larının değiştirilmesine asla taraftar değildir. Ayrıca tamamen müslü- manlara has olan bazı adetlerin terkedilerek başka milletlerin, özellikle de batılı milletlerin âdetlerini benimsemek yanlıştır. Kendi tabiriyle söylemek gerekirse "alafırangalığa" özenmemeli, "mütefernic" olma­malıdır'[28]'. Zira onlar için faydalı olan bir çok şey bizim için çok zararlı olabilir'[29]'.
2-                Başka bir medeniyetle ilişkide bulunurken, kendi medeniyetinin hukuk sistemini muhafaza etmelidir. Zira tamamen farklı ihtiyaç ve şartların neticesi olarak gelişen hukuk sistemi, başka bir medeniyeti-n insanlarına uygulamaya çalışmak o milleti ve medeniyeti mahvetmek demektir'[30]'.
3-                Başka bir medeniyetten alınacak olan şeyler, İslâm medeniyetinin mihenk taşı olan İslâm Şeriatına ve devletin prensiplerine (usûl) uygun olmalıdır'[31]'. Zira başka bir medeniyetin mensupları için iyi olan bir şey
İslâm medeniyetinin mensupları için zarardan başka bir şeye yol açma­yabilir. Kendi ifadesiyle belirtmek gerekirse, "...bizim ba'zı ahvâl-i husûsiyyemiz var ki diğer devletlere nâfi' olan bize muzır olur. Anlara devâ-i âcil olan bize semm-i helâhil olur. Burasını derk ü temyiz eyle­mek ise en dakik mesâildendir..."'[32]'
4-                İslâm medeniyeti, devlet ve otorite anlayışı, din, kültür, gele­nekler, ilim ve hukuk gibi bir çok açıdan batı medeniyetinden farklıdır. Bu yüzden başka medeniyetlerle ilişkide bulunurken bu hususiyetler dikkate alınmalıdır.
5-                İslâm medeniyeti başka medeniyetlerle ilişkide bulunurken, hem kendini hem de muhatap medeniyeti çok iyi tanımalıdır'[33]). Bundan sonra kendi kültür ve medeniyetimize metodik bir seçmeyle yaklaş­tığımız gibi başka bir medeniyete karşı da aynı metodla yaklaşmalıyız. Böyle bir fikirden hareket ettiği içindir ki, Cevdet Paşa'nm siyasî, idarî ve ilmî hayatının önemli bir kısmı batı medeniyeti ve kültürünü taklid eden müteferniclerle klâsik İslâm kültür ve medeniyetini taklid ederek her türlü değişikliğe direnen mutaassıp taklitçilerle mücadele ederek geçmiştir'[34]'. Cevdet Paşa'nm tarih kitabında Avrupa tarihiyle yaptığı mukayeseler ve bu konudaki değerlendirmeleri de muhatap medeniyeti tanımaya matuf önemli bir gayret olarak kaydetmek gerekir.
Cevdet Paşa'nm bu görüşlerinden onun, başka bir medeniyetle iliş­kide bulunurken sağlam ve değişmeyecek bir şekilde "biz şuuru "na sahip olduğu sonucuna varabiliriz. Bu şuura sahip olunduğu takdirde insan farklı bir medeniyetin çocuğu olduğunu unutmadan ve o mede­niyetin yeniden ihyasına çalışmak ve bunu gaye edinmek şartıyla başka medeniyetlerle rahatlıkla ilişkide bulunabilir; onlardan bir şeyler alabi­lir; onlara bir şeyler de verebilir. Bunu batı medeniyetiyle ilişki için özel- leştirirsek, çeşitli sebeplerden dolayı geri kalan Osmanlı devleti dola­yısıyla da İslâm medeniyeti, "biz şuuru"nıı kaybetmeden, değiş­tirilmemesi ve ithal edilmemesi gereken unsurları sabit tutarak batı medeniyetiyle rahatlıkla ilişkide bulunabilir, bu medeniyetten bir çok şey alabilir. Ancak burada alma bir zarurete mebni olup geçici bir durumdur. Asıl hedef ise alınan veya alınacak olanları da bizim kendi­mizin üretmesidir. Nitekim Fransız kanunlarının ithal edilmesi öneri­lerine karşı Hanefî fıkhını kanunlaştıran (kodifiye eden); yine batıdaki tarih bölümlemesinin esas alınması teklif edildiğinde bize uygun bir takvim arayışına giren, batıda ortaya çıkan "eski çağ", "yeni çağ" vb. tarih taksimlerine karşı İslâm dünyasının tarih taksiminin İslâm'ın ortaya çıkışıyla başladığım bu yüzden de bu tarihten önceki dönemin "eski çağ", sonraki dönemin ise "yeni çağ" olduğunu, bu anlamda yeni çağın da matbaanın icadıyla ikij^e ayrıldığını ileri süren hep bu "biz şuuru" dur'[35]'.
Bütün bu ifadeleri modcrnizmle irtibatlandırırsak, dayatmacı bir medeniyet anlayışına sahip olan ve farklı bir medeniyetin insanlarını batı medeniyetini kabule zorlayan ve bunları kabul etmeyenleri aşağı­layan, bilgi kaynağı olarak sadece aklı kabul eden bir modernizm anla­yışıyla Cevdet Paşa'nın alakasının olmadığını, bu görüşleri kabul etme­sine imkan bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak modernizmi çağın gereklerine uyma ve dinde yenilik olarak anladığımız takdirde ise yukarıda da görüldüğü gibi Cevdet Paşa'nın bu görüşlere itirazları vardır. Öte yandan geri kalmışlığı telafi etmek için siyaset, sosyal, hukuk vs. alanlarında devrimsel, kendi tabiriyle "defaten", yenilikler yapılması yerine ıslahatçı ve tedrici düzenlemeleri esas alan bir görüşe sahip olduğu anlaşılmaktadır'[36]'. Cevdet Paşa'nın Nizamiye Mahkemeleri'ni kurarken muhataplarını ikna etmek maksadıyla Celâleddin Devvânî'nin Risale der Def-i Mezâlim adlı risâlesini delil göstermesi'[37]', Tarihçi Vâsıf’ın savaşta galibiyet ve mağlubiyetin Allah'ın iradesine bağlı olduğu inancından hareketle Osmanlı devletinin çok orduya sahip olmasına rağmen bazen yenildiğini, bazen de az orduyla düşmanı yendiğini belirterek kaderci bir görüşle devletin gerilemesini izah etmeye çalışmasını sert bir üslupla tenkid edip bu problemi Fahreddîn Râzî'ye de atıfta bulunarak tamamen klâsik kelâmın önermeleriyle çözmeye çalışması'[38]' gibi örnekler Cevdet Paşa'nın yeni problemlerin önemli bir kısmının klâsik ilimler vasıtasıyla çözülebileceğine dair temel anlayışıyla uygunluk teşkil eder ve genel çizgisi itibariyle de tutarlıdır. Ancak Cevdet Paşa'nın bir yandan, batı dünyasında ilimler gelişirken İslâm dünyasında gerilemenin başladığını kabul ederken, öte yandan İslâm dünyasında yaygın olan ilimleri ciddî bir tenkide tabi tutmaması pek tutarlı görünmemektedir.
Eğitiminin ağırlığını İslâm kültürü teşkil eden Cevdet Paşa'nm orta­ya kovduğu medeniyet anlayışı, siyasî ve idari sahadaki başarıları ve çeşitli sahalarda ortaya koyduğu eserlerinin, dış müdaheleler olmadığı ve mecburî olarak bazı istenmeyen yollara kanalize edilmediği takdirde, "geleneğin kendini yenileyebileceğine" dair üzerinde düşünülmesi gere­ken örneklerle dolu olduğunu belirtmek istiyorum. Cevdet Paşa'yla ilgili yapılabilecek belki de en önemli tespit ise onun kendine güven duygu­sunu kaybetmemiş bir düşünür olduğu şeklindedir. Bu yüzden de o, gerekli tedbirler alındığı takdirde İslâm medeniyetinin tekrar canlan- dırılabileceğine inanmakta, âlemde herkesin fânî olduğunu ama devlet, millet ve vatanın bâkî olduğunu savunmaktadır. Cevdet Paşa'nm modernleşmek ve modernizm adına dini feda etmediğini, İslâm'ı ve onun kültür mirasını ve medeniyetini korumak adına da batı medeniyetinin ulaştığı seviyeye sırt çevirmediğini, bundan dolayı da özgün ve yerli değerlere dayanan bir gelişmeyi savunduğunu belirtmek gerekir. "Tecdîd-i usûl ve fürû"u bir başka ifadesiyle "tecdîd-i ahvâl ve usûl"ü savunduğu için'[39]' onu "yenilikçi (müceddid)" sıfatıyla anmak da mümkündür.

(6)    Bu konuda eserlerinde bir çok örnek bulunmakla birlikte, burada Beyânu'l-Unvân adlı eserinin son kısmında yer alan ilimler tasnifi ve bu ilimlerle ilgili verdiği izahların tam
anlamıyla klâsik ilim tasnifinin bir devamı olduğunu belirtmekle yetineceğiz. Bkz. Cevdet Paşa, Beyânu'l-Unvân, İstanbul 1289, s.34-39.
(7)     Mecelle'deki tavrı hakkında bkz. Ebül'ulâ Mardin, "Medeni Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa", Hukuk Fakültesi Mecmuası, XIII, S.l, s. 115-156, S.2, s.561-597;
(8)       Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, Tertib-i Cedid, İstanbul 1309, I, 16, 106-107.

---

NOT: Yukarıdaki metin, Ahmet Cevdet Paşa’nın vefatının 100. yılı dolayısıyla Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1995 yılında Ankara’da düzenlenen sempozyumda bildiri olarak sunulmuş, daha sonra da bildiri kitabında yayımlanmıştır. Metnin tam künyesi için bkz. Anay, Harun, ‘Ahmet Cevdet Paşa’nın Modernizme Bakışı’, Ahmed Cevdet Paşa Sempozyumu Bildirileri içinde, Ankara-1997, s.67-77, 95-96. 


[1] Modernizm hakkında genel bilgi için bkz. Colin Smith, "Modernism", The Encyclopedia • of Phüosophy, ed.Paul Edwards, V, 359, New York 1972; Bernard M.G.Reardon, Ali E.Hillal Dessouki, "Modernism", The Encyclopedia ofReligion, ed.Mırcea Elida, X, 7-17, New York 1987; John FAVilson, "Modernity", a.g.e., X, 17-22; Jürgen Habermas, "Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje", Postmodernizm Derleyen: Necmi Zekâ İstanbul 1990 içinde, s.31-44; Alain Touraine. Modernliğin Eleştirisi, çev. Hülya Tufan, İstanbul 1994.
[2]   Bu konuda bkz. Cevdet Paşa, Tezâkir. Yay.: Cavid Baysun, Ankara 1986, IV, 21; Mual­lim Cevdet, "Dâru'l-Mualliminin Yetmiş Birinci Sene-i Devriyesi Vesilesiye Müessesenin tik Müdürü Cevdet Paşa'nın Hayat-ı İlmiyesi Üzerine Konferans", Tedrisât Mecmuası, VIII, S.39, Haziran 1333, İstanbul 1335, s.434; Ebül'Ulâ Mardin, "Medeni Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa", Hukulc Fakültesi Mecmuası, XIII, S.l, İstanbul 1947, s. 116, 128-129; Ümit Meriç, Cevdet Paşa'nın Cemiyet ve Devlet Görüşü, İstanbul 1979, s.l 1-13, 157.
[3]   Cevdet Paşa'nın Batı'yı az tanıdığı Midhat Paşa tarafından da tenkid edilmiştir. Bkz. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, İstanbul trsz., Doğu-Batı Yayınlan, s.325.
[4]   Fatma Aliye Hamnı'ın eğitimi hakkında bkz. Mübeccel Kızıltan, "Öncü Bir Kadın Yazar: Fatma Aliye Hanım", Journal of Turkish Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları, Fahir İz Armağanı I., XIV, Cambridge 1990, s.283-322 ; a.yz., "Gizemli Bir Öykünün Peşinde", Toplumsal Tarih, III, S. 16, Nisan 1995, İstanbul 1995, s.13-21. Ali Sedad'ın hayatı hakkında fazla bilgimiz yoksa da Fatma Aliye hanıma benzer bir eğitimden geçtiği orta­ya koyduğu fikirlerinden anlaşılmaktadır. Bkz. Necati Öner, "Mantıkçı Baba Oğul, Ahmet Cevdet, Ali Sedat". Erdem. Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, II, S.6, Eylül 1986, Ankara 1987, s.769-799;
[5]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 69.
[6]   Cevdet Paşa, Tezâkir, I, 10, 20, 64, III, 208, IV, 25-26, IV, 242, 253, 297; a.yz., Tarih, I, 16, 76, a.yz., Ma'rûzât, Yay.: Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980, s.6, 91. Medeniyet keli­mesinin Tanzimat'tan sonra "civilisation" karşılığı olarak girdiği hakkında bkz. Tuncer Baykara, " 'Nizam', 'Tanzimat' ve 'Medeniyet' Kavranılan Üzerine", Tanzimatm 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu (Bildiriler}, Ankara 1991, s.63-65.
[7]     Cevdet Paşa, Tarih, I, 17 vd. Cevdet Paşa'nın medeniyeti her toplumun geçtiği bir merhale olarak anladığı ve bunun yanında büyük medeniyetler diye ikinci bir ayınm yaptığı hakkında bkz. Ümit Meriç, a.g.e., s.31.
[8]     Cevdet Paşa'nın geniş ve seyyal bir muayyeniyetçi olduğu hakkında bkz. Ümit Meriç, a.g.e., s.43.
[9]     Cevdet Paşa, Tarih, I, 87, 93, 163, 166, 223; a.yz., Tezâkir, W, 239.
[10]   A.yz., Tezâkir, I, 15 vd. Bu konuda ayrıca bkz. Ümit Meriç, a.g.e., s.31.
[11]   Cevdet Paşa, Tezâkir, I, 10-11, 20, 89, III, 21, 210, IV, 220, 239.
[12]   Cevdet Paşa, a.g.e., III, 30; a.yz., Tarih, I, 224.
[13]   Charles Frankel, "The Idea of Progress", The Encyclopedia of Philosophy, ed. Paul Edwards, VI, 483-487. Bu konuyu oldukça farklı ele alan bir eser için bkz. Fehmi Cede'ân, Üsüsü't-Tekaddüm inde Müfekkiri'l-lslâm, Amman 1988.
[14]   Fehmi Cede'ân, a.g.e., s. 19 vd.
[15]   Cevdet Paşa, Tezâkir, I, 11, 24, III, 198, 240, IV, 23; a.yz., Tarih, I, 87, 106, 110, VI, 4; a.yz., Ma'rûzât, s.6-7. Zaman mefhumu Cevdet Paşa'nm hayatını ve faaliyetlerini belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Kendi ifdesine göre, o herşeyi vaktinde iste­mekte vakti gelmeden hiçbir şeye tâlib olmamaktadır. Bu konuda bkz. Cevdet Paşa, Ma'rûzât, s.240.
[16]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 26.
[17]   A.yz., Tarih, I, 67.
[18]   A.yz., Tezâkir, I, 8, IV, 23; a.yz., Tarih, I, 76, a.yz., Ma'rûzât, s.9. Bu konuda ayrıca bkz. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s. 160.
[19]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 23.
(23)                  A.yz.,     Tarih, I, 17.
[21]   A.g.e., VI, 46-47.
[22]   Cevdet Paşa, Tezâkir, I, 45, IV, 48, 253-254; a.yz., Tarih, I, 51, 77-78, 87, 112-113,
118 vd., V, 292, VI, 4, XII, 2, 188-189; a.yz., Ma'rûzât, s.3.
[23]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 239, 254.
[24]   A.yz., Tarih, I, 67-68. Ayrıca bkz. A.yz., Tezâkir, I, 64.
[25]   A.yz., Tezâkir, IV, 220.
[26]   A.g.e., IV, 221.
[27]   Berkes de yukarıda belirtilen görüşlere uygun ifadeler serdetmektedir. Ona göre, "[Tarih-i Cevdet'ten bahsederken) Cevdet Paşa'nın bu büyük yapıtının zamanının reformcularına verdiği mesaj şuydu: Geçmişteki bütün çağdaşlaşma çabaları bir yandan devlet adamlarıyla ulemanın cehaleti, ahlâksızlıkları ve yanlış inançları yüzünden; bir yandan da körükörüne batı siyasetlerinin çıkarlarına alet olan taklit­çiler yüzünden başarılı olamamıştır. Tarihinin kapsadığı dramatik olayları anlatışında söylemek istediği şey, Osmanlı Devletinin yaşamasının ne yeniliklere karşı körcesine direnme, ne de batının körükörüne taklidiyle olacağı fikridir. Onca önemli olan, geçmişi batıdan alınacak taze bilimsel ve teknolojik güçlerle canlandırmayı başar­maktı. Bu görüşü, Namık Kemal'den Ziya Gökalp'e kadar birçok etkili düşünürler paylaşmıştır." Bkz. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, s.231.
[28]   Cevdet Paşa, Tezâkir, I, 20, 63, 68; IV, 95; a.yz., McCrüzât, s.199.
[29]   A.yz., Tezâkir, IV, 221.
[30]   A.g.e., I, 63, IV, 95, 194-195, 221.
[31]   Cevdet Paşa, Ma'rûzât, s.199; Tezâkir, IV, 197; Ümit Meriç, a.g.e., s. 148.
[32]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 221.
[33]   A.g.e., IV, 220-221.
[34]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 219 vd.
[35]   Takvimle ilgili olan Talcvlrnü'l-Eduâr adlı eserinin dışında bu konudaki görüşü hakkında bkz. Cevdet Paşa, Ma'rûzât. s.206; a.yz., Tezâkir. I, 203, IV, 109, 240-242, 256.
(39)                      Cevdet                Paşa, Tezâkir. IV, 38; a.yz., Tarih. I, 15 vd., 117, VI, 44-45, VI, 6; Şerafettin Turan, a.g.m., s. 16.
[37]   Cevdet Paşa, Tezâkir, IV, 85-91.
[38]   A.yz., Tarih, III, 86-96.
[39] A.yz., Tarih, I, 223, V, 293.


 ----

Harun Anay/03.11.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
facebook.com/HarunAnay
twitter.com/HarunAnay
----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.