İRAN’DA KUR’AN-I KERİM’E YAKLAŞIM TARZLARI
Sayın başkan, değerli misafirler hepinize
saygılar sunuyorum.
İran'da Kur'ân-ı Kerîm’e
yaklaşım tarzlarıyla ilgili genel bir çerçeve çizmek üzere
huzurunuzda bulunuyorum. Önce iki hususu belirtmek istiyorum. Birincisi,
etimolojik olarak Ârî ırkına mensup kişilerin yaşadığı yer gibi farklı anlamlara
gelse de, Iran çeşitli kavimlerin ve dinlerin, hatta islâm mezheplerinin
yaşadığı bir çoğrafyanın adıdır. Bu bölgeye asırlarca Ehl-i Sünnet'e mensup
hanedanlar hakim olmuş, İran halkının büyük bir kısmı da tarihte yüzyıllar boyunca
bu mezhebe göre hayatlarını idame ettirmişlerdir. Safevîlerden sonra ise,
mutlak bir Imâmiye Şiîliği hakimiyeti sağlanmış ve bu durum günümüze kadar
devam etmiştir. Bundan dolayı biraz da tarihî I şartların etkisiyle hangi
konuyla ilgili olursa olsun İran'la ilgili bir husus söz konusu edildiğinde
iran'daki Şiilerin o konudaki anlayışlarının anlatılması beklenmektedir. Bu
yüzden iran'da Kur'ân’a
yaklaşımları anlatmaya çalışırken bu coğrafyada yaşayan bütün din ve
mezheplerin bu konuda yaptığı çalışmalardan ve ileri sürdüğü düşüncelerden
değil, tarihte ve günümüzde Imamiye Şiîliği çerçevesinde ortaya çıkan yaklaşım
tarzlarından bahsetmeye çalışacağım.
Belirtmek istediğim ikinci husus, Fecir Yayınevi'in
-düzenlediği bu sempozyumda İran, Mısır ve öteki Arap ülkelerindeki Kur'ân'a. yaklaşım tarzlarının da
gündeme alınması, islâm ülkelerine bir "taklid mercii" olarak değil,
araştırılması, incelenmesi ve istifade edilmesi gereken bir "bilgi
objesi" olarak bakma eğiliminin olduğu izlenimini vermektedir. Bu yüzden
hem böyle bir sempozyumu düzenledikleri için hem de, örnek bir şekilde,
sempozyumda öteki İslâm ülkeleriyle ilgili konuları gündeme aldıkları için bu
toplantının düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkürlerimi arzediyorum.
Konumuz Iran ve Oniki imam Şiîliği olduğu için
ilk akla gelen husus, asırlardır Sünnîlerle Şîîler arasındaki en önemli
tartışma konularından birini teşkil eden ve günümüzde de tartışma konusu olan Kur'ârtvcı tahrif edildiğine dair iddiadır.
Bu meselenin tarihteki gelişimini bu dar vakitte ele alabilmem mümkün değil,
ancak bu konudaki tartışmanın halen devam ettiğini de belirtmeden geçemeyeceğim.
Ştîlerce makbul olan hadis kitaplarında Kur'ân'ın tahrif edildiğine dair, ya da
en azından bu şekilde yorumlanabilecek, hadisler bulunduğundan dolayı bazı Şîî
bilginler Kur'ân'ın tahrif edildiği
hakkında eserler kaleme almışlar ya da te'vile yer bırakmayacak şekilde
eserlerinde böyle bir iddiada bulunarak görüşlerini delillendirmeye
çalışmışlardır. Bunların en son temsilcisi ise Faslu'l- hitâb Jt isbâti tahrifi kitâbi Rabbi'l-erbâb
adlı eserini geçen asırda yazan ve konuyla ilgili yüz (100) rivâyete yer veren
Hüseyin b. Muhammed Takî en-Nûrî et-Tabersî'dir. Ancak şu da bir gerçektir ki,
Şia tarihinde Kur'ân'm tahrif
ediliğini iddia eden yazarların yanısıra, tahrif iddiasını kesinlikle reddeden
Şeyh Saduk gibi birçok Şîî âlim de bulunmakta ve bunlar çoğunluğu teşkil
etmektedir. Bugün ise iran'da ve Oniki imam Şîîliiği'ne mensup olan başka
ülkelerdeki müs- lümanlarm kullandığı ve ana dinî metin kabul ettiği kitabla
bizim elimizdeki Kur'ân-ı Kerîm
arasında herhangi bir farklılık bulunmadığı gibi bu kitabın otantikligi
hususunda da herhangi bir şüphe taşımamaktadırlar. Bununla birlikte, Şîî
âlimler arasında Kur'ân'm tahrif
edildiği iddialarına karşı çıkan yazarlar veya Sünnî âlimler tarafından bu
konuyla İlgili olarak yöneltilen suçlamalara karşı çıkmak için reddiye yazan
müellifler, meseleyi kökünden halletmek için söz konusu rivâyetleri dikkate
almamak veya uydurma rivâyetler olduğunu ispat etmek yerine, zaman zaman benzer
rivâyetlerin Sünnîlerde de bulunduğunu ispat etme gayretine girmektedirler. Bu
tavır, özellikle Pakistan ve Hindistan bölgesindeki Ehl-i Sünnet'e mensup
müslümanları şüpheye itmekte ve onlarla Şîî müslümanlar arasındaki
tartışmaların esas sebeplerinden birini teşkil etmektedir.
Doğrudan doğruya İslâm dininin özüyle ilgili
olan bu meseleye temas ettikten sonra, Imâmiye Şiasına mensup olan âlimler
arasında Kur'ân'ı yorumlama tarzları
itibariyle farklılıklar bulunduğunu belirtmek gerekir. Bunun ön güzel örneği
"ahbârî" ve "usûlî" ekolleridir. Ehl-i Sünnet'teki
"ehl-i eser" ve "ehl-i re'y" ayırımına benzeyen bu
ekollerin, Kur'ân'a. yaklaşım tarzları
biribirinden farklıdır. Bilindiği üzere ahbârîler, Kur'ân-ı Kerîm'in sadece imamlardan rivayet edilen
hadisler vasıtasıyla anlaşılabileceğini savunurken, usulîler hem hadislere hem
de; istidlâle başvurmaktadırlar. Dolayısıyla bizim literatürümüzdeki rivâyet ve
dirayet tefsiri denilen anlayışların benzeri ayırımlar Imamiya Şiası'nda da
mevcuttur. Doğuşu ve gelişim safhaları hakkında tartışmalar bulunmakla birlikte,
l624'te vefat eden Muhammed Emin el-Esterâbâdî tarafından sis-
temleştirildiğini söyleyebileceğimiz ahbârîlik, bugün etkisini kesin olarak kaybetmiş
ve yerini mutlak bir usûlî hakimiyeti almıştır. Çağdaş iran'daki âlimlerin
hemen hemen tümü usûlî mektebine mensupturlar. Bu yüzden biraz sonra haklarında
çok kısa olarak bilgi vermeye çalışacağım fikirler ve incelemeler, Kur'ân-t Kerim’in anlaşılmasında
istidlâle de başvurulması gerektiğini savunan âlimlerin görüşlerinden ve
anlayışlarından oluşmaktadır.
Şiîliğin doğduğu tarihlerden,
özellikle de iran'daki Safevî hakimiyetinden, itibaren günümüze kadar Kur'ân'm anlaşılmasına dönük olarak
birçok çalışma yapılması ve bu konuda tefsirler yazılması tabiî bir husustur.
Bu çalışmalardan yazma halindekiler için Ahmed Münzevî'nin Fihrist-i nüshabây-t hattîy-i Fârisî adlı eseriyle
yayımlanan diğer kütüphane fihristlerine, matbu olanlar için Mü- şar'ın Fihrist-i nüsbahây-t çâpîy-i Fârisî
ve Fihrist-i nüshahây-t çâpîy-i Arabî adlı
eserlerine, makaleler için ise Irec Afşar'ın Fihrist-i makâlât-t Fârisî adlı bibliyografyasına
bakılabilir. Şîî müelliflerce yazılan konuyla ilgili eserler arasında, Nureddin
Muhammed Kâşânî'nin Tefsîrü'l-muîn;
Tabersî'nin Mecma 'u'l-beyân fî tefsiri'l-Kur'ân,
Feyzü'l-Kâşânî'nin Tefsîrü's-sâfî;
Ebu Cafer et-Tûsî'nin et- Tibyânfî tefsîri'l-Kur'ân;
Muhammed el-Ayyâşî'nin Tefsîrü'l-Ayyâşî
ve Allâme Tabatabâî'nin el-Mizan fî tefsîriî-Kur'ân
adlı tefsirleri zikredilebilir. Bunlann yanında Hasan el-Mustavfi'nin et-Tahkîkfî kelimâti'l-Kur'ânil-Kerîm
adlı henüz tamamlanmayan hacimli Kur'ân sözlüğü; Allâme Tabatabâî'nin el-Kur'ân fi'l- Islâtn adlı eseri ve
Seyyid Muhammed Bakır Huccetî'nin Pejoheşî der Tarih-i Kur'ân-ı
Kerim isimli Kur'ân tarihini
konu edinen kitabı gibi pek çok değerli eser bulunmaktadır.
Anılan tefsir çalışmalarının
genel özellikleri, Oniki İmam Şîîliği'nin tefsir görüşüyle paralel olarak Kur'ân'da. hâs-âmm, ferâiz ve ahkâm,
zâhir-bâtın ve nâsih-mensûh bulunduğuna dair görüşlere ilaveten, Kur'ân-1, Kur'ân, hadisler ve istidlalle tefsir etme
gibi yöntemlere başvurmalarıdır. Bunların dışında başta imamet olmak üzere
Imâmiye mezhebinin görüşlerini âyetlerle temellendirme; Kur'ân'm anlaşılmasında Ehl-i Beyt'ten gelen hadislere
öncelik tanıma; Kur'ân'm Hz.Ebu
Bekir'in halifeliği sırasında değil Hz.Peygamber zamanında toplandığını kabul
etme; kıraat farklılıklannın mütevatir olmadığını savunma; Kur'ân'm yedi harf üzerine nazil olduğunu reddetme ve Kur'ân'ı tefsir etme hususunda imamların
Allah tarafından görevlendirildiği gibi hem tefsir hem de Kur'ân tarihi açısından Ehl-i Sünnet'e mensup
müslümanların çoğunlukla kabul ettiği anlayışlardan oldukça farklı görüşlere
sahiptirler. Konuyla ilgili eserlerde Imâmiye mezhebinin çeşitli konulardaki
fikirlerini âyetlerle temellendirmek en sık rastlanan hususlardan biridir.
Misal olarak, Tefsîrü's-sâfî, Tefsîrü'l-muîn,
Mec- ma'ul-beyân ve el-Mîzân adlı
tefsir kitaplarında Fatiha suresinde geçen "sırâta'l-müstakîm"
ibaresinin anlamları arasında Hz. Ali ve öteki imamlann kas- dedildiğine veya
onları bilme ve tanıma gibi anlamlan olduğuna dair görüşlere yer vermeleri
zikredilebilir. Şunu da belirtmek gerekir ki, anılan konularda bütün Şîî
âlimlerin aynı şekilde düşündüklerini söylemek de zordur. Nitekim çağdaş
âlimlerden Talakânî'nin nasih-mensuh meselesinde farklı bir anlayışı bulunmaktadır.
Ona göre, inen her âyet zaman ve mekanın şartlarıyla irtibatlıdır. Bu şartların
tekrarı halinde o âyetlerin hükmü de tekrar yürürlüğe girer.
Çeşitli sebeplerle Kur'ân'ı kabul etmeyenlerin her dönemde ve her ülkede
bulunabileceği bilinen bir husus olmakla birlikte, yaklaşık olarak XIX.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren islâm dünyasına giren pozitivizm,
materyalizm vb. cereyanların etkisiyle Kur'ân'la
ilgili tavırlar da değişiklik görülmeye başlar. Bu yüzden anılan dönemden
itibaren konuyla ilgili tavırları, "olumlu" ve "olumsuz
yaklaşımlar" olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Olumsuz yaklaşanlar,
Tanrı'nm varlığına inanmama, ondan şüphe etme, Kur'ân'n şahihliğini reddetme ya da çağın problemlerine
cevap veremeyeceği gibi gerekçelerle bu kitabı tanımamaktadırlar. Olumlu
yaklaşanlar ise, Kur'ân'ı doğrudan
doğruya inanılacak, bilgi edinilecek bir kurtuluş kaynağı ve müracaat edilecek
bir ana kitap olarak kabul etmektedirler. Bu gurubun içindeki âlimler biraz
önce de belirtildiği gibi usûlî mektebinin esaslarını takip etmektedirler.
Halkın büyük çoğunluğu ve medreselerde hakim olan anlayış ise, Türkiye'de
yıllardır şikayet edilen tavra benzer şekilde, zaman zaman Kur'ân ile doğrudan ilişki kurmaktan çok uzaklaşmıştır.
Bu çevrelerin din ve ilim anlayışları, mezhepler arasındaki tarihî kavgaları
devam ettirerek tartışma konusu olan hususlarda Şia'nın haklı ve üstün olduğunu
isbata çalışma; daha önce yaşayan âlimlerin eserlerindeki görüşleri tekrar
etme; imam ve imamzâde kabirlerini ziyarete büyük bir kutsiyet atfetme; Oniki
îmam'ı yüceltme; onlara dinde merkezi bir konum verme ve dini hayatı büyük ölçüde
aşura törenlerine indirgeme gibi hususları bünyesinde taşımaktadır. Kur'ân'm etrafında örülen buna
benzer dinî inanç ve geleneklerin, onun gerçek mesajını anlamanın önündeki en
büyük engellerin başında geldiğini söylemek mümkündür. Nitekim çağdaş iran'da
bazı düşünürler bu dinî anlayışı şiddetle eleştirerek doğrudan doğruya Kur'ân'a yönelmeyi savunmuşlardır.
Bu şekilde düşünen pek çok
şahsiyet bulunmakta ise de, Türkiye'de pek tanınmayan üç düşünürden söz etmek
istiyorum. Bunlardan biri daha sonra islâm'ın da dışına çıkarak yeni bir din
kurma noktasına gelmekle birlikte, başlangıçta Kur'ân'a yönelmeyi ve onda bulunmayan ancak daha sonra
ona ilave edilen unsurları temizlemeyi gaye edinen Ahmed Kesrevî'dir. Şîîgerî; Sufigeri; Bahâîgerî, Der pîrâmûn-t
İslâm.; Din ve cehân; Din ve dâniş gibi eserlerinde sufilik,
bahâîlik, şeyhîlik ve şîîlik hakkında sert tenkidlerde bulunmuştur. Ona göre,
Şîîliğin imamların nassla tayin edildiğine dair anlayışı Kur'ân'da bulunmadığı gibi akla da aykırıdır. Oniki
Imam'a isnat edilen mucizeler asılsızdır.
İmamlardan
istekte bulunma, tarihte olup bitmiş Kerbelâ olayının hala yasını tutma ve
bununla ilgili matem törenleri düzenleyerek zincirlerle dövünme vb. itikad ve
gelenekler yanlıştır.
İkinci düşünür ise, Kilid-i Fehm-i Kur'ân ve Tevhîd-i ibâdet gibi eserleri olan
Şeriat Sengeleci'dir. Şeriat Sengeleci, geleneklere, imamlara ve
onlardan nakledilen hadislere son derece bağlı bir halkın
yaşadığı iran'da sadece Kur'ân okuyarak
dinî hükümlerin yerine getirilebileceğini ve islâm akidesinin temellerinin
anlaşılabileceğini savunabilmiştir. Ona göre Kur'ân'ı anlamak için onun hakkında yazılmış tefsirlere
ihtiyaç yoktur. Doğrudan doğruya Kur'ân'm kendisini
okumalı ve ondan hareket ederek dinimizi ve Kur'ân'ı anlamalıyız. Din âlimleri halka kendi
akidelerini Kur'ân yerine
öğretmektedirler. Dine başka bir şey katmamalıdır. Sengeleci, "Kur'ân’ın anlaşılmaz" olduğunu söyleyenlere
karşı bunun aksini ispat etmek için Kilid-i fehm-i Kur'ân
adlı eserini yazdığını belirtmektedir. Bu eserde, Kur'ân'm tahrif edildiği, ya da Hz.Ali ile ilgili bazı
âyetlerin çıkartıldığı iddialarını da reddetmektedir. Ayrıca Kur'ân'm sadece Hz. Peygamber ve imamlar tarafından
anlaşılabileceğini iddia eden kendi toplumundaki bazı görüşleri de
reddetmektedir. Ona göre Kur'ân'ın kendisi onu anlayabileceğimizi
söylemektedir.
Hakkında kısaca bilgi vermek
istediğim üçüncü ve son düşünür ise Muh- kemât ve Müteşabihât-ı
Kur'ân, Mukaddimât-ı Tefsir vb. eserleri bulunan Hacı Yusuf
Şuar'dır. Sünnî olmakla da itham edilen Yusuf Şuar asıl faaliyet alanını
kurduğu okullar vasıtasıyla Kur'ân okurm,
okutma ve onu anlamlandırma üzerinde yoğunlaştırmıştır. Ona göre Kur'ân'ın
tefsirinde hadislere ihtiyaç yoktur. Kur'ân
tahrif edilmemiştir, Şîî kaynaklarda yer alan bu konuyla ilgili hadisler
uydurmadır. Müslümanlar arasındaki ihtilafları aklî bir şekilde halletmelidir.
Mezhepler arasında ihtilafa sebep olan Hz.Peygamber'den şonra kimin halife
seçilmesi gerektiği gibi meseleler tarihî olup günümüzde herhangi bir anlam taşımamaktadırlar. Kur'ân'm anlaşılmasında
müfessirlerin0sözlerine değil her şeyden önce Kur'ân'm kendisine buşvurmalıyız. Sünnî ve Şîî hadis
kitaplarındaki rivayetleri Kur'ân'm ölçüsüyle
değerlendirerek ona Uymayanlan ayıklamak gerekir. Mezarları ziyaret etme ve
orada yatanlardan medet umma gibi hurafelerle mücadele etmek gerekir. Hadislere Kur'ân'darı daha çok önem vermek
yanlıştır.
Bu görüşlerin dışında "ilmî tefsir"
denilen tefsir anlayışım benimseyen âlimler de bulunmaktadır. Örnek olarak, 1979'daki
devrimden önce üniversite çevrelerinde oldukça etkili olan ve devrimden sonra
başbakanlığa atanan Mehdi Bâzargân'ı zikretmek mümkün. Bâzargân, gerek ahkam
âyetlerini gerekse diğer âyetleri ilmî verilere göre yorumlayan ve bu konuda
eserler veren bir müellif ve düşünürdür, ilginizi çekeceğini umduğum
görüşlerinden bir tanesi şu şekilde: Bilindiği gibi islâm dininin inişi ve Kur'ân-t Kerim'in hükümlerinin
gelişi aşama aşama olmuştur, yani bir tedricîlik söz konusudur. Bu tedricîlik
özellikle namaz, içki, kadınlar için örtünme, cihat vb. ahkâm âyetlerinde çok
açıktır. Bâzargân bu tedricîliği surelere de tatbik etmektedir. Ona göre
sureler arasında hem lafzen hem de anlam itibariyle bir tekâmül bulunmaktadır.
Esasen Kur'ân'm bütünü bir defada nazil
olmadığı için açık bir tedriç vardır. "Bugün dininizi tamamladım (el-Yevme
ekmeltü leküm dineküml" .âyeti Kur'ârim kendi
içinde bir tekâmül olduğunun delilidir. Bâzargân Kur'ân'da bulunduğunu
savunduğu lafız ve anlam yönünden tekâmülü tespit etmek için surelerin nüzul
sırasını belirlemeye çalışmakta ve ihtilaflar olması hasebiyle ilgili
rivayetlere dayanarak bir neticeye ulaşamayacağımızı ifade etmektedir. Bundan
dolayı Kur'ârim. kendisinden hareket ederek
bu meseleyi çözmeye çalışıyor. "Bazısı bazısını tefsir eder"
âyetinden hareket ederek âyet ve surelerin gelişimi üzerinde yoğunlaşmakta,
böylece de surelerin nâzil olduğu yılları tespit etmeye çalışmaktadır. Yazar
bazı surelerin kelime sayısını karşılaştırarak nazil olan her surenin ortalama
kelime adedinin gittikçe arttığını tespit ediyor. Bu çıkarımlara göre surelerin
nüzul sırasını ortaya koyduktan sonra bu tespitin hangi konular üzerinde daha
çok durulduğunu anlamak açısından önemli olduğunu belirterek konu yönünden
tekâmülün nasıl olduğunu göstermeye çalışıyor. Âyetlerin nüzul tarihlerini yıllara
göre tespit ederek bunları şemalara döküyor. Bunlara dayanarak da Kur'ân'ın yoğunlaştırılmış bir
öğretim yöntemi uyguladığını söylüyor, Bâzargân'a göre, vahyin nâzil oluşu
sırasında her konu için en azından muayyen bir yıl tayin edilmiş ve o
vurgulanmıştır. Ahkam âyetleri Kur'ân'ın çok az
bir kısmını (% 7) teşkil etmesine rağmen din âlimleri daha çok bunlar üzerinde
durmaktadırlar. Böylece din âlimlerinin Kur'ân'ın
asıl vurguladığı konular üzerinde değil de daha az durduğu hususlar üzerinde
yoğunlaştıklarını, bunun ise Kur’an'ın asıl mesajının tersine bir durum
arzettiğini anlatmak istemektedir.
NOT: Yukarıdaki metin, 1995 yılında Ankara’da
Fecir Yayınevi tarafından düzenlenen I. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu’na
bildiri olarak sunulmuş ve bildiri metinleri arasında yayımlanmıştır. Bakınız:
Anay, Harun, ‘İran’da Kur’an-ı Kerim’e Yaklaşım Tarzları’, I. Kur’an Haftası
Kur’an Sempozyumu Bildirileri, Ankara-1995, Fecir Yayınevi, s.14-19.
Harun Anay/19.11.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
facebook.com/HarunAnay
twitter.com/HarunAnay
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.