1 Aralık 2013 Pazar

ÇAĞDAŞ ARAP DÜNYASINDA KÜLTÜREL GELİŞİM




ÇAĞDAŞ ARAP DÜNYASINDA KÜLTÜREL GELİŞİM

Harun Anay

Çağdaş İslâm düşüncesi tarihiyle ilgili seçme metinlere yer veren veya sistematik düşünce tarihi mahiyetindeki eserlerde, Hindistan'dan Seyyid Ahmed Han ve Seyyid Emir Ali, Pakistan'dan Mu- hammed İkbal ve Mevdûdî, İran'dan Ali Şerîatî, Mehdi Bâzargân ve Humeynî gibi düşünürlere ve onların görüşlerine zaman zaman yer verilmekle birlikte, esas olarak son iki yüzyılda Arap dünyasında ortaya çıkan düşünürlerin ve düşünce hareketlerinin işlendiği görülmektedir. Bu yüzden denilebilir ki, çağdaş İslâm düşüncesiyle ilgili şimdiye kadar doğuda ve batıda yapılan araştırmaların azımsanamayacak bir kısmı, çağdaş İslâm düşüncesi ile çağdaş Arap düşüncesini neredeyse özdeşleştirmektedirler. Dolayısıyla çağdaş Arap düşüncesinin gelişimini ve bu düşünce içinde tartışılan soru ve sorunları konu edinen bu makelenin aynı zamanda, çağdaş İslâm düşüncesiyle alakalı olduğu söylenebilir.

Bizim için Arap düşüncesiyle ilgilenmek, yazmak ve konuyla ilgili araş­tırmaları değerlendirmek, bu ifade edilenden çok daha fazla büyük bir önemi hâizdir. Zira, Araplar ve Türkler, yüzyıllardır aynı dine inanmakta, büyük ölçüde aynı fikrî kaynaklardan beslenmekte, aynı coğrafyada yaşamakta ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedirler. Daha İslâm dünyasının büyük bir kısmına hâkim olmadan önce bile Türklerin Farâbî gibi büyük düşünürler yetiştirdiklerini ve Mâverâünnehir bölgesinin İslâm medeniyeti ve düşüncesinin kurulduğu bölgelerinden biri haline geldiğini hatırladığımızda, bu ilişkinin ne kadar karmaşık olduğu ortaya çıkar. Bunlara bir de, XIII. yüzyıl ortalarından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadarki altı asırdan fazla bir zaman diliminde Arapların yaşadığı bölgelerde büyük ölçüde Türklerin hâkim olduğunu; bu bölgelere yerleşerek Araplarla kaynaştıklarını; bu yüzden ortaya çıkan akrabalık ilişkilerini; mahallî ve ırkî farklılıklara rağmen aynı medeniyet, düşünce ve kültüre hizmet edip çoğu zaman aynı dilde yazdıklarını ve aralarındaki öğretmenlik ve öğren­cilik münasebetlerini ilave ettiğimizde Arap düşüncesinin ve Türk düşüncesinin XIX. yüzyılın ortalarına kadar nerede başlayıp nerede bittiğini tes­pit etmenin oldukça zor olduğu rahatlıkla anlaşılır.

Aynı tespit Osmanlı Devleti'nin Arap topraklarındaki hâkimiyetini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı XIX. yüzyılın ortalarından, Osmanlı Devleti'nin yıkıldığı ve Arap topraklarındaki hâkimiyetinin tamamen sona erdi­ği I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadarki dönem için de yapılabilir. Bu dönemde yaşayan ve bugün Arap düşünürü olarak anılan kişilerin büyük bir kısmının, Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde faaliyette bulundukları; eserlerinde işledikleri konuların önemli bir kısmının Osmanlı Devleti, düşüncesi ve toplumuyla ilgili olduğu; İstanbul'da ortaya çıkan düşünce ürünlerini en önemli tartışma konusu olarak seçtikleri bilindiğine göre, ileri sürülen görüşler Türkleri ve Osmanlı Devleti'ni tenkit de etse, hatta ve hatta Türklere düşmanlık etmek ve Osmanlı Devleti'ni yıkmak gayesi bile gütse, bu dönemde yetişen düşünürleri ve onların görüşlerini Osmanlı/Türk düşüncesi içinde kabul etmek gerekir.

Bu sebeple ne çağdaş Arap düşüncesiyle ilgili doğuda ve batıda eser ve­ren ve bu eserlerinde Arap düşüncesinin Türk düşüncesiyle irtibatını görmezden gelen yazarların yöntemleri[1], ne de şimdiye kadar çağdaş Türk düşüncesiyle ilgili yazılmış en önemli düşünce tarihi olan Hilmi Ziya Ülken'in Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi isimli kitabındaki[2] İstanbul ve kısmen Anadolu merkezli Türk düşüncesi tarihi anlayışı kabul edilebilir görünmektedir.

Her iki tür düşünce tarihi yazıcılığı da, gerek klasik gerekse çağdaş dönemdeki Arap ve Türk düşüncesi tarihi arasındaki ilişkiyi hemen hemen yok saymışlardır. Arap düşüncesi denilen düşüncenin büyük bir kısmını, Türk düşüncesi içinde değerlendirmek şöyle dursun, bu iki düşüncenin ilişkisine bile değinilmemektedir. Halbuki, XIX. yüzyılının ortalarından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadarki dönemde fikir beyan eden Arap ve Türk düşünürleri, benzer dinî ve tarihî kaynaklardan beslenmenin yanı sıra, çoğu zaman birbirlerinin yazdıklarını okuyorlar, aynı veya benzer konuları tartışıyorlar, bu yüzden de çoğu zaman birbirlerini etkiliyorlardı. Bundan dolayı, gerek Türk düşüncesi, gerekse Arap düşüncesi tarihi yazarken hiç olmazsa bu etkileme ve etkilenme ilişkisi çok iyi bir şekilde vurgulanmalı, çağdaş Arap ve Türk düşüncesinin birbirinden tamamen bağımsız bir şekilde gelişmediği ifade edilmelidir.

I.Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin yıkılması ile çağdaş Arap ve Türk düşüncesi arasındaki ilişki yüzyıllardır görülenden farklı bir olduğu Arap topraklarının büyük bir kısmı ise batılı ülkelerin sömürgesi haline geldi, daha sonraki yıllarda da bu topraklarda çeşitli isimler altında farklı ideolojileri benimseyen devletler kuruldu. Ancak, bu siyâsî gelişme­lerle birlikte Arap ve Türk düşünürleri arasındaki ilişkinin âdeta bıçakla keser gibi birbirinden koparılıp tamamen farklı yönlere sevkedildiğini söylemenin de imkanı yoktur. Bu yüzden de, 1920'lerden sonra gelişen Arap ve Türk düşüncesinin birbirini etkilemeye devam ettiği rahatlıkla söylenebilir. Söz gelimi, Türkiye'de yeni bir rejimin kurulması ve bu rejimle birlikte girişilen değişiklikler Arap düşünürlerinin gündemini hâlâ meşgul etmektedir. Buna karşılık, çağdaş Arap düşünürleri, örneği az bulunur bir şekilde Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesini etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir.

Bu yüzden çağdaş Arap düşüncesi ve düşünürlerini bizimle hiç ilgisi olmayan, bize çok uzak bir coğrafyada ortaya çıkan düşünce ve düşünürler olarak görmek pek uygun görünmemektedir. Ulus devletlerin gelişme sürecinde 'inşa edilen' ve Arap milliyetçiliği merkezli bir muhtevaya sahip olan Arap düşüncesi kavramının ve bu kavramın muhtevasının, bizimle yakından ilişkili olduğunu dikkatten uzak tutmamalıyız. Daha açık bir deyişle, hem genel olarak İslâm düşüncesi hem de Türk düşüncesini merkeze alarak düşündüğümüzde, Arap düşüncesinin 'bizim' denilebilecek kadar bize yakın ve bizimle birlikte olduğu görülür.

Öte yandan, bütün tarihi boyunca bağımsızlığını korumasını bilen bir halkın oluşturduğu, Osmanlı Devleti gibi büyük bir devletin mirası üzerinde kurulan, Cumhuriyetten sonra ise yaptığı büyük değişikliklerle medeniyet yolunda hızlı mesafe almak isteyen, bu özellikleri dolayısıyla da daha canlı ve üretken olması beklenebilecek olan Türkiye'deki düşünce hayatının, yakın zamana kadar bizim hâkimiyetimiz altında bulunan, daha sonra ise uzun yıllar sömürge yönetimleri altında kalan Arap ülkelerindeki düşünce hayatı ile mukayesesi oldukça ilginç neticeler verebilir. Bu yüzden Arap düşüncesine ister yukarıda belirttiğimiz anlamda isterse Türk düşüncesiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir düşünce geleneği gözüyle bakılsın, bu iki düşünce geleneğinin sorunlarını, özgünlüğünü, derinliğini ve katettikleri mesafeyi mukayese etmek bizim için oldukça önemlidir.

Anılan nedenlerden dolayı çağdaş Arap düşüncesiyle yakından ilgilenmemiz gerekmesine rağmen, üzüntüyle belirtelim ki, Türkiye'de çağdaş Arap düşüncesiyle ilgili çalışmalar sayı olarak sınırlı ve, büyük gayret mahsulü bazı araştırmaları istisna edersek, muhteva itibariyle de tatmin edici olmaktan uzaktır. Şimdiye kadar çağdaş Arap dünyası veya düşüncesiyle ilgili kaleme alınan, akademik tez[3], kitap ve makale türündeki araştırmaların[4] değerini kabul etmekle birlikte, Türkçe'deki çağdaş Arap düşüncesi tarihi mahiyetindeki eserlerin Albert Hourani[5], Enver Abdülmelik[6] ve Hâmid İnayet[7] gibi yazarlardan tercüme olduğunu göz önüne alınca bu konudaki büyük boşluk kendiliğinden anlaşılır. 

Bunun yanı sıra, bildiğim kadarıyla, Türkiye'de hiçbir üniversitede Arap düşüncesi tarihi uzmanı yetiştirmek için bir bölüm bulunmamaktadır. Bu ihtiyacı karşılaması beklenen, bazı üniversitelerimize bağlı Arap-Fars Dilleri (veya Şark Dilleri) bölümlerinde çalışan Arap edebiyatı uzmanları ise, araştırma alanlarını çoğunlukla dil çalışmaları ya da şiir, roman, hikaye vb. konuları içerisine alan dar anlamıyla 'edebiyat' ile sınırlı tutmaktadır. Aynı şekilde İlahiyât fakültelerimizde de çağdaş Arap düşüncesi bahsettiğimiz anlamda okutulmadığı gibi sistematik bir şekilde de araştırılmamaktadır. Üniversitelerimizin tarih, siyâset ve sosyoloji bölümlerinde yapılan araştırmalar ise, alanları gereği çoğunlukla siyaset, iktisat ve toplumsal tarih ile alakalıdır. Bu bilgi ve araştırma eksikliği ile, Türkiye ile aynı bölgede bulunan, dinî, kültürel ve tarihî bağlarımızın olduğu Arap ülkeleriyle 'çıkarlarımıza uygun' ilişkilerin nasıl geliştirilebildiği ve bu ilişkileri kimlerin tespit ettiği doğrusu mutlaka sorgulanması gereken bir husustur.[8]


Bütün bu sebeplerle, gerek çağdaş Arap düşüncesiyle ilgili Türkçe'deki boşluğun doldurulmasına katkıda bulunmak gerekse mukayeseli düşünce tarihi/Türk düşüncesi tarihi araştırmacılarına yardımcı olmak gayesiyle, aşağıdaki satırlarda önce çağdaş Arap ülkeleri hakkında bilgi verilecek, daha sonra ise çağdaş Arap düşüncesinin gelişimine ilaveten Arap dünyasındaki felsefeciler ve konuyla ilgili araştırmaların gelişimi özetlenecek, nihayet Arap düşüncesinin bizimle ilişkisi hakkında bazı örnekler üzerinde durulacaktır.


1-Tarihî, Siyâsî ve Kültürel Durum

Arap dünyası, değişik ırk, din ve mezheplere mensup halkların yaşadığı ülkelerden meydana gelmektedir. Hatta denilebilir ki, başka ırklara mensup olmalarına rağmen daha sonra Araplaşmış ve bugün kendilerini Arap kabul edenler çoğunluğu oluşturmaktadır. Öte yandan Arap dünyasının çoğunluğu müslüman olmakla birlikte, önemli sayılabilecek sayıda hıristiyan nüfus bulunmaktadır. Aynı şekilde müslümanlar arasında da -her ne kadar çoğunluğu Sünnî de olsa- gerek itikadî gerekse fıkhî mezhepleri itibariyle de tam bir birlik yoktur.

Bu kadar büyük bir çeşitlilik gösteren Arap ülkeleri arasındaki ortak yönlerden biri, Arapça'nın bütün Arap ülkelerinde ortak anlaşma dili olmasıdır. Her bir ülkede halkın konuştuğu Arapça (ammî) ile yazı dili (fusha) arasında önemli sayılabilecek derecede büyük farklar olmasına rağmen, yazı dilinin, küçük bazı farklar hariç, aynı olması bütün Arap ülkelerini birbirine bağlamaktadır. Bu dil birliğinin yanı sıra, Arap dünyasının ortak olduğu başka bir yön de, büyük bir kısmının asırlarca Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altında yaşamış olmasıdır. Ancak bu ülkelerin Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altına girişleri de bu hâkimiyetten çıkışları veya çıkarılışları da farklı farklı tarihlerde olmuştur.

Arap ülkeleri içinde coğrafî konumu, tarihteki etkisi, nüfus yapısı, sahip olduğu eğitim-öğretim ve araştırma kurumları ile yetiştirdiği ilim ve düşünce adamları itibariyle en önemli ülkenin Mısır olduğu söylenebilir. Büyük bir tarihe ve geçmişte parlak bir medeniyete sahip olan Mısır, müslümanlarca ilk fethedilen ülkelerden biridir. Osmanlı topraklarına katılışı ise, Yavuz Sultan Selim zamanında 1517 yılında meydana gelmiştir.[9] Mısır, asırlarca Osmanlı hâkimiyetinde bulunduktan sonra 1798 yılında Napolyon'un saldırısına maruz kaldı ve bu saldırıyı püskürtmek gayesiyle III. Selim tarafından Mehmet Ali Paşa Mısır'a vali tayin edildi.[10] 1801 yılında Mısır'a ulaşan Mehmet Ali Paşa önce Osmanlı sultanının emrinde bir vali olarak faaliyet gösterirken, daha sonra müstakil hareket etmeye başladı. Bu yüzden Mehmet Ali Paşa'nın Mısır'a vali olarak tayin edilmesi hem bu ülke hem de bütün Arap dünyasının yakın dönem tarihi için dönüm noktalarından biridir. Mısır 1882'de bu defa İngiltere tarafından işgale uğradı.[11] Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na katılması üzerine İngiltere 18 Aralık 1914'de Mısır üzerinde hâkimiyet kurdu. Bu işgali protesto etmek gayesiyle, Sa'd Zaglul (ö.1927) liderliğindeki Vefd Partisi ülkenin her tarafında Mısır milliyetçiliğini daha da güçlendirecek ayaklanma ve isyanlara başvurdu.[12] Nihayet muhtelif ayaklanmalardan sonra, İngiltere 28 Şubat 1922'de yayımladığı deklarasyonla Mısır'ın bağımsızlığını ilan etti ve Mısır Hidivi I. Fuad bu deklarasyonu kabul ederek kral (melik) ünvanını aldı. 1952 tarihine kadar Mehmed Ali Paşa hanedanı tarafından yönetilen Mısır, 23 Temmuz 1952'de askerî bir darbeye sahne oldu. Ve darbeden bir müddet sonra da, Cemal Abdünnâsır ülkeye hakim oldu. Bu tarihten 1970'e kadar Cemal Abdünnâsır, 1970-1981 arasında Enver Sedat[13] ve 1981'den bugüne kadar süren Hüsnü Mübârek yönetimi ile askerî bir idare kuruldu.


Mısırla birlikte anılması gereken ve Afrika'nın yüz ölçümü en büyük devleti olan Sudan'daki Osmanlı hâkimiyeti ise sınırlı bölgelerde olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında Sudan'ın bazı bölgeleri fethedilmiş, Kanuni Sultan Süleyman zamanında da bu ülkenin daha da güneylerine inilmiştir. Mısır valisi Mehmet Ali Paşa zamanında ise daha önce fethedilmey en yerlerden bir kısmında hâkimiyet sağlanmıştır. Sudan'da 1820-1881 yılları arasında Türk-Mısır yönetimi kuruldu. 1899'da İngiltere ve Mısır, Sudan'ı ortak yönetmeye karar verdiler ve ülke, İngiliz-Mısır Sudanı resmî adını aldı. 1956 yılında bağımsızlığını kazanıncaya kadar bu şekilde kaldı.[14]

Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim'in 1516 tarihinde Mısır ordusunu yenmesiyle Osmanlı hâkimiyetine giren Suriye, I. Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşanın idaresinde kaldıktan sonra[15] 1920 yılından itibaren Lübnan'la birlikte Fransız mandası altına girdi. Fransa 1926'da Lübnan'a, 1930'da da Suriye'ye sözde bir bağımsızlık tanıyarak her ikisini de Cumhuriyet ilan etti. Fransa daha sonra, 1930'da Lübnan'dan, 1936'da ise Suriye'den çekilmeyi kabul etti. Böylece Suriye 1936'da, Lübnan ise 1943 yılında hukuken bağımsızlığını kazandı.[16]

Uzun müddet siyâsî istikrarsızlık içinde kalan Suriye'de, iktidarda bulunan Baas Partisi'nin sol kanadı 1966 Şubatında bir darbe yaparak iktidarı ele geçirdi. Suriye, bu tarihten beri Baas Partisi tarafından yönetil­mektedir. 1970 yılında Baas Partisi içinde yapılan bir darbe ile Hafız Esad iktidarı ele geçirdi.[17] Aynı bölgedeki, Ürdün de, 1516 yılında Yavuz Sultan Selim'in seferiyle Osmanlı hâkimiyeti altına girdi. 1922 yılında Mil­letler Cemiyeti'nin kararıyla Ürdün Devleti kuruldu ve bu devlet İngiltere'nin mandasına verildi. 1946 yılında da bağımsızlığına kavuştu.[18]

Asırlarca Osmanlı hâkimiyetinde kalan Arabistan yarımadası, XIX. yüzyılın başlarında Vahhâbî ayaklanmasına şahit oldu ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa sekiz yıllık mücadeleden sonra Vahhâbîleri kontrol altına aldı. 1916 yılında Mekke Şerifi Hüseyin, İngiltere ile yaptığı anlaşmaya dayanarak kendini 'Arap Memleketleri Kralı' ilan etti. 1924'de Türkiye'de hi­lâfetin ilgası üzerine Hicaz Kralı Hüseyin bu defa da halîfelik iddiasında bulundu. Bunun üzerine Necd Sultanı Abdülaziz 1924 yılında Hicaz'a savaş açtı ve Mekke'yi ele geçirdi. 1925 yılında Cidde'nin de Suudların eline geçmesiyle Hicaz, Abdülaziz'in eline düşmüş oluyordu. Abdülaziz b. Suud, 1926'da kendini Hicaz Kralı ve Necd Sultanı ilan etti. 1932 yılında da bütün Arabistan toprakları üzerindeki Suud egemenliği, Suudi Arabistan Krallığı adını aldı.[19]

Arap ülkeleri içinde en uzun süre Osmanlı idaresinde kalan ülkelerden biri de Irak'tır. Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap üzerine 1533 yılında yapılan sefer sonucunda 1534 tarihinde Güney Azerbaycan ve Bağdat, Osmanlı top­raklarına katılmıştır. 1623-1638 tarihleri arasında kısa bir süre İran işgali al­tında kalması dışında XX. yüzyıla kadar Bağdat'taki Osmanlı hâkimiyeti devam etti.[20] 1914 yılında İngiltere'nin işgaline uğrayan Irak, 1920'de de İngiltere'nin manda idaresine bırakıldı. 1930 tarihinde Irak'a bağımsızlık verildi. Türkiye'deki reformların etkisinde kalan subaylardan General Bekir Sıtkı ve Hikmet Süleyman 1936 yılında hükümet darbesi yaptılar. General Bekir Sıtkı, 1937 yılında Musul'da öldürüldü ve yerine İngiliz taraftarı olan Nuri Said geçti. 1958 yılında General Kâsım liderliğinde bir askerî darbe yapıldı ve Kral Faysal ile Kral Naibi Abdülilah ve başkan Nuri Said öldürüldü. Irak'ta 1979 yılından beri Saddam Hüseyin iktidardadır.[21]

Kuzey Afrika'daki Mağrib ülkelerinin en küçüğü olan Tunus, 347 yıl (1534-1881) Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1881'de Fransa tarafından bir sömürge durumuna sokuldu. Osmanlı Devleti buradaki hâkimiyetinin sona erdiğini, ancak 1920 yılında imzalanan Sevres Antlaşmasıy­la kabul etti. 1956 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazandı ve Neo-Düstur Partisi lideri Habib Burgiba, Tunus Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu.[22] Mağrib ülkelerinin en büyüğü olan Cezâyir ise, 1516-1830 yılları arasında Türk hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1830 yılında Fransa'nın işgaline uğradı ve sömürge haline geldi. 132 yıl süren sömürge dönemine büyük bir kurtuluş savaşıyla son vererek 1962 tarihinde bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlıktan sonra, Ahmed b. Bellâ Cezâyir'in ilk devlet başkanı oldu.[23] Arap ülkeleri içerisinde Osmanlı hâkimiyetinde yaşamayan tek ülke olan Fas, 1912 yılında Fransız sömürgesi haline getirilerek Fransa ve İspanya arasında paylaşılmıştır. 1956'da Fransa'dan bağımsızlığını kazandı; daha sonra Fransa, İspanya ve Tanca bölgeleri de birleştirile­rek Fas devleti halinde birleştirildi.[24]

Bu ülkelerden başka, 1934 yılında kuzeyi 1967 yılında da güneyi, İngil­tere'den bağımsızlığını kazanan Yemen[25]; 1911 tarihinden itibaren İtalya, İngiltere ve Fransa tarafından sömürge haline getirildikten sonra 1951 yılında bağımsızlığını kazanan ve 1960 yılından beri de Muammer Kad- dâfî başkanlığındaki bir kurul tarafından yönetilen Libya[26]; Katar, Umman, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler de Arap dünyası içindedir. Bütün bu ülkeler 1944'de Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak'ın katılımıyla Mısır'ın İskenderiye şehrinde kurulan Arap Birliği Teşkilatı'nın üyesidirler.[27]

Anılan Arap ülkelerinin her birinde, şüphesiz ki tarih boyuncu çeşitli alanlarda pek çok düşünür ve âlim yetişmiştir. Ancak, bu ülkelerden özellikle Mısır, Irak ve Suriye'nin sınırları içinde bulunan topraklar, Orta Asya ve İran coğrafyasıyla birlikte ilk dönem İslâm düşüncesinin doğduğu, geliştiği ve en önemli ürünlerinin verildiği, en büyük müesseselerinin ortaya çıktığı bölgelerdir. Arap ülkelerinin XIX. ve XX. yüzyıldaki siyâsî, kültürel, ilim ve düşünce tarihleri göz önüne alındığında, Mısır'a öncelik vermek ve bunlara Lübnan'ı da dahil etmek şartıyla, aynı bölgelerin yine büyük bir rol üstlendiği görülür.

Bu ülkeler içerisinde son iki yüzyılın ilim ve düşünce tarihi bakımından en önemli ülke Mısır olup, en eski üniversiteler de bu ülkede kurulmuştur. Mısır'da modern anlamda kurulan ilk yüksek okullardan biri, 1826 yılında Mehmet Ali Paşa tarafından Tıp Okulu (Medresetü't-Tıbbiyye) adıyla oluşturulmuştur.[28] XX. yüzyılın başlarından itibaren ise pek çok yeni üniversite ve okul faaliyete geçirilmiştir. 1920'de, öğretim dili İngi­lizce olan Kahire Amerikan Üniversitesi (el-Câmi'atü'l-Emirikiyye)[29]; 1942'de, İskenderiye Üniversitesi (Câmi'atü'l-İskenderiyye); 1950 yılında Ayn Şems Üniversitesi (Câmi'atü Ayn Şems) ve 1957 yılında Asyut Üniversitesi (Câmi'atü Asyut) kurulmuştur.[30]

Ancak Mısır'ın ve bütün Arap dünyasının en etkili üniversiteleri Ezher Üniversitesi (Câmi'atü'l-Ezher) ile Kahire Üniversitesi (Câmi'atü'l-Kâhira)'dir. Bu üniversitelerden Ezher, İslâm tarihinin en eski eğitim öğretim kurumlarından biri olup Fâtımîler zamanından beri (975 milâdî) bu özelliğini sürdürmektedir. Ezher Üniversitesi asırlarca klasik bir eğitim-öğretim kurumu olarak faaliyet sürdürdükten sonra muhtelif ıslahatlara tabi tutulmuş ve 1924 yılında Ezher Üniversitesi ile hükümet okullarının diplomalarının denkliği kabul edilmiştir. 1930 yılında Ezher'e bağlı olarak İslâm Hukuku (Külliyyetü'ş-Şerî'a), Arap Dili (Külliyyetü'l-Lugat el-Arabiyye) ve İlahiyât fakülteleri açıldı. Bu fakültelerden İlahiyât Fakültesi (Külliyyetü Usuliddin), Ezher'de gerek İslâm düşüncesi gerekse batı felsefesi ve dinler tarihi derslerine yer veren ve bu alanlarda yüksek lisans ve doktora tezleri yaptıran tek fakülte olup akademik kadrosunda Abdülhalim Mahmud, Muhammed el-Behî, Muhammed Yusuf Musa ve Muham- med Hamdi Zakzuk gibi pek çok alim ve düşünür bulunmuştur.[31]

Mısır'ın modern anlamdaki ilk üniversitesi olan Kahire Üniversitesi'ne gelince, bu üniversite halktan toplanan büyük yardımlarla Mısır Üniversitesi (el-Câmi'atü'l-Mısriyye el-Ehliyye) adıyla 1908 yılında kuruldu. Daha sonra üniversitenin adı, Mısır kralı I. Ahmed Fuad zamanında (1917­1936) I. Fuad Üniversitesi (Câmi'atü Fuad el-Evvel), onun oğlu I. Faruk zamanında (1936-1952) ise I. Faruk Üniversitesi (Câmi'atü Faruk el-Evvel) olarak değiştirildi. Nihayet 1952 devriminden sonra Kahire Üniversitesi (Câmi'atü'l-Kâhira) adını aldı. Bu üniversitenin kuruluşundaki birkaç fakülteden biri Edebiyat Fakültesi ve bu fakülteye bağlı olarak kurulan ilk bölümlerden biri de Felsefe Bölümü idi.[32] Bu bölümde başlangıçta her ikisi de Sorbonne'da hoca olan Emile Brehier ve Andre Lalande gibi batılı felsefecilerin yanı sıra müsteşrikler ders veriyordu.[33] Daha sonra ise akademik kadro Mısırlı hocalardan oluşmuş ve Mısır'da yetişen pek çok felsefeci, aşağıda da görüleceği üzere, bu bölümden mezun olmuş veya bu bölümde öğretim üyeliği yapmışlardır.


Kahire Üniversitesi'ne bağlı olup konumuz açısından ikinci önemli fakülte ise, 1871 yılında bir yüksek okul olarak kurulan Dârululum olup bu okulun kurulmasıyla Ezher Üniversitesi'nin elindeki yüksek öğretim tekeline son verilmek istenmiştir.[34] Dârululum, 1945 yılında fakülteye çevril­di, daha sonra da 1946'da Kahire Üniversitesi'ne bağlandı. 1946 yılından beri de bu fakültede felsefe bölümü bulunmaktadır. Dârululum'dan Abdülaziz Câvîş, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub, Ebü'l-Alâ el-Afîfî, Mahmud Kâsım ve İbrahim Medkur gibi pek çok etkili kişi mezun olmuş ve bunlar­dan bazıları daha sonra aynı fakültede öğretim üyeliği yapmışlardır.[35]

Irak'ta ilk yüksek öğretim kurumu Osmanlıların 1908'de açtıkları Bağdat Hukuk Mektebi'dir. Daha sonraki tarihlerde, çoğu fen bilimleri alanlarında olmak üzere tıp, eczacılık, ticaret, ekonomi gibi alanlarda yüksek okul veya müstakil fakülteler açılmıştır. 1924'de Bağdat'ta kurulan Âlü'l- Beyt Üniversitesi (Câmi'atü Âlü'l-Beyt) Irak'ın ilk üniversitesi kabul edilmekle birlikte ilk modern üniversite Hikmet Üniversitesi (Câmi'atü'l-Hikme) adıyla 1956'da kurulmuş, daha sonra ise 1958 yılında Bağdat Üniversitesi tesis edilmiştir. Bunların yanı sıra, Basra, Kûfe, Musûl, Tikrît vb. şehir isimleriyle de üniversiteler bulunmakla birlikte[36]Irak'ın hem genel olarak düşünce hem de felsefe çalışmalarına katkıda bulunma bakımından en önemli üniversitesinin Bağdat Üniversitesi olduğu söylenebilir.

Suriye'de ilk yüksek okul/fakülte 1902'de Osmanlı döneminde Şam'da kurulan Tıp Fakültesi olup öğretim dili önceleri Türkçe iken, daha sonra 1919 yılında Arapça tedrisat yapmaya başlamıştır. 1912 yılında inşa edilen Hukuk Fakültesi ile birlikte bu fakülte, 1924 yılında Suriye Üniversitesi'ne dahil edildi. Daha sonraki tarihlerde ise bu üniversiteye bağlı başka fakülteler de açılmıştır. Bu üniversitenin yanı sıra 1960-1961 öğretim yalında Halep Üniversitesi öğretime başlamıştır.[37]

Lübnan'ın en eski üniversiteleri ise, önceleri misyoner okulu olarak faaliyette bulunurken daha sonra üniversite haline getirilen öğretim kurumlarıdır. Bunlardan biri olan, Aziz Yusuf Üniversitesi (Câmi'atü Kıddîs Yûsuf: The Catholic University of St. Joseph), 1875 yılında Fransız Cizvitler tarafından kurulan bir misyoner okulundan üniversiteye dönüştürülmüştür. Bu üniversiteden daha meşhur olan Beyrut Amerikan Üniversitesi (el-Câmi'atü'l-Emirikiyye: The American University of Beirut) ise 1866 yılında Amerikalı misyonerler tarafından kurulmuş, 1920 tarihinde de üniversite haline getirilmiştir. Her ikisi de Beyrut'ta olan bu iki üniversitenin yanı sıra, yine aynı şehirde ve 1951 yılında kurulan Lübnan Üniversitesi (el-Câmi'atü'l-Lübnâniyye) de bulunmaktadır.[38

Arap dünyasında bunlardan başka, bazıları anılanlardan daha az etkili olan başka üniversiteler de bulunmaktadır. Bunlardan Ürdün Üniversitesi (el-Câmi'atü'l-Ürdüniyye) 1962'de kurulmuş, 1981-1982 yılında ise felsefe bölümü de bulunan Edebiyat Fakültesi'nde yüksek lisans öğretimine başlamıştır.[39] Libya'nın en önemli üniversitesi Libya Üniversitesi (Câmi'atü Lîbiyye) 1955'de; Su'ûdî Arabistan'ın ilk üniversitesi Melik Su'ûd Üniversitesi (Câmi'atü'l-Melik Su'ûd) 1957'de; Sudan'ın ilk üniversitesi Hartum Üniversitesi (Câmi'atü'l-Hartum) 1951'de, Kuveyt Üniversitesi (Câmi'atü'l-Kuveyt) ise 1966 yılında kurulmuştur.[40] Bunların yanı sıra, Kuzey Afrika'da yer alan Arap ülkelerinde de önemli üniversiteler bulunmaktadır. Cezâyir'deki en önemli üniversite, Cezâyir Üniversitesi (Câmi'atü'l-Cezâir) olup 1909 yılında kurulmuştur.[41] Fas'ta ilk millî üniversite 1957 yılında Rabat Üniversitesi (Câmi'atü Rabat) adıyla açılmış[42]; Tunus'ta ise önce 1945 yılında Sorbonne Üniversitesi'ne bağlı bir enstitü kurulmuş (Ma'hedü'd-Dirâsâti'l-Âliyye), daha sonra da Tunus Üniversitesi (Câmi'atü Tûnis) faaliyete geçmiştir.[43]


Üniversitelerin kuruluş yılları ve faaliyetlerindeki Mısır, Suriye ve Lübnan'ın öncülüğü ve etkisi, araştırma kurumları[44], matbaanın kuruluşu[45]ile özellikle dergi ve gazeteler açısından da kendini gösterir. Ahmed Fâris eş-Şidyâk (ö.1887) ile oğlu Selim Fâris'in Osmanlı Devleti'nin desteğiyle 1861-1884 yılları arasında İstanbul'da çıkardığı el-Cevâ'ib Gazetesi[46] ile Cemâleddin Afgânî ve Muhammed Abduh'un Paris'te 1884 yılında ya­yımlamaya başladığı el-Urvetü'l-Vüska isimli dergi gibi[47] bazı istisnalar hariç, özellikle İslâm düşüncesi ve batı felsefesiyle ilgili makalelerin yayım­landığı en önemli dergi ve gazeteler bu üç ülkede yayımlanmıştır

Bazıları bugüne kadar yayınlanmaya devam eden dergiler arasında, 1876 yılında Fâris Nimr ve Yakub Sarrûf (ö.1927)'un editörlüğünde yayımlanmaya başlayan, 1884'den 1952 yılında kapatılıncaya kadar Mısır'da yayımı sürdürülen ve özellikle batı düşüncesiyle ilgili yayımladığı makalelerle büyük tesir bırakan Mecelletü'l-Muktataj[48]; 1892 tarihinde Corcî Zey- dân (ö.1914) tarafından Kahire'de kurulan Mecelletü'l-Hilâlyine Kahire'de 1898 tarihinde İbrahim Yazıcı tarafından neşredilmeye başlanan Mecelletü'd-Diyâ'[49]; 1898 yılında Luis Şeyho (ö.1927) 'nun Beyrut'ta çıkarmaya başladığı Mecelletü'l-Mes/ik[50]; Muhammed Kürd Ali (ö.1953) tarafından kurulan Mecelletü'l-Muktebes[51]; 1898 yılında Reşid Rıza tara­fından yayımlanmaya başlayan Mecelletü'l-Menâr[52]; Şam'da 1900 tarihinde Corc Matta ve Corc Semân tarafından çıkarılan Mecelletü's-Şems[53]ve Ahmed Ârif ez-Zeyn tarafından 1909 tarihinde Lübnan'ın Sayda şehrinde çıkarılmaya başlanan Mecelletü'l-İrfân[54] gibi dergiler çağdaş Arap düşüncesinin çeşitli akımlarına öncülük etmelerinin yanı sıra bugüne kadar devam eden büyük etkiye sahip olmuşlardır.[55]

Anılan ülkelerde yayımlanan gazeteler de en az dergiler kadar önemlidir. Bu çerçevede, Lübnan'dan göçen Selîm ve Bişâre Takla kardeşler tarafından 1875 yılında Kahire'de başlatılan ve bugüne kadar yayımını sürdüren el-Ehrâm[56]; 1875-1908 yılları arasında Lübnan müslümanlarının sesi olan ve Cem'iyyetü'l-Fünûn adına Şeyh Abdülkâdir el-Kabbânî (ö.1935)'nin çıkardığı Semerâtü'l-Fünûn[57]; Yusuf Ali (ö.1913)'nin kurduğu, 1889-1915 yılları arasında yayımlanan ve Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Mustafa Lütfi Menfelûtî gibi düşünürlerinin de yazdığı el-Müeyyed[58]; Lübnan asıllı Yakub Sarrûf ve Fâris Nimr tarafından 1889 yılından itibaren Kahire'de yayımlanmaya başlanan ve 1962 yılına kadar yayımını sürdüren el-Mukattam[59] ve Abdulganî el-'Uraysî ve Fuad Hantas'ın 1909 yılında Suriye'de kurduğu ve Arap milliyetçiliği taraftarı yayımlar yapan el-Müfîd Gazetesi'nin isimleri anılabilir.[60]

Öncü sayılabilecek bu dergi ve gazetelerden sonra Arap ülkelerinde büyük bir yayın faaliyeti başlamış ve bugüne kadar sayıları yüzlerle ifade edilebilecek sayıda dergi ve gazete yayım hayatına girmiştir. Hemen hemen her üniversite, fakülte ve araştırma kurumunun bir dergisi bulunmakta ve bu dergilerde İslâm düşüncesi ya da batı felsefesiyle ilgili yazılar yayımlanmaktadır. Bu resmi dergilerin yanı sıra dözel müessese veya şahıslarca çıkarılan dergilerde de çok değerli makaleler neşredilmektedir.[61] Aynı şekilde gazetelerde de çoğu zaman bu iki alanla ilgili haberler veya makaleler yer almaktadır.[62]



XIX. ve XX. yüzyıl İslâm dünyasının dinî, siyâsî, sosyal ve fikir tarihi, mahallî özellikleri ve farklılıkları dikkate alınmak şartıyla, pek çok bakımdan benzerlik gösterir. Bu benzerliklerin başında, batı medeniyetiyle karşılaşma ve bu medeniyeti temsil eden devletlerin çeşitli alanlardaki hücumlarına maruz kalma gelmektedir. Bu hücumun tesiri çağdaş İslâm düşüncesi içerisine giren her fikir, akım veya düşünürde kendisini gösterir. Öte yandan inanılan bir din ve büyük ölçüde bu dinin çerçevesini çizdiği asırlardır gelişen bir kültür ve medeniyet vardır. İşte son iki yüzyılın İslâm düşüncesi tarihi, bir bakıma, bu iki medeniyet ve kültürün karşılaşmasının ve bunun neticesinde ortaya çıkan tartışmaların tarihidir.

Bu iki özelliğin yanı sıra, mesela Orta Asya, Hindistan, Pakistan, Bangladeş veya Malezya yahut Endonezya'da gelişen çağdaş İslâm düşüncesinden çağdaş Arap düşüncesini ayıran farklardan biri, Arap dünyası denilen bölgelerde büyük ölçüde Osmanlı Devleti'nin hâkim olması ve bu hakimiyet sonucunda Arap ve Türk düşüncelerinin iç içe geçmeleridir. Başka bir fark ise, özellikle Mısır, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerde önemli sayılabilecek sayıda yahudî ve özellikle hıristiyan ilim adamı ve düşünürün Arap düşüncesine katkıda bulunmasıdır. Bununla birlikte, kabul etmek gerekir ki, çağdaş Arap düşünürü sayılan kişilerin ağırlıklı kısmı müslümanlardan meydana gelmektedir. Benzer bir durum İslâm'ın muhtelif mezhepleri için de söz konusu olup büyük çoğunluğu Sünnî olan Arap düşünürleri arasında Şi'î, Zeydî, Dürzî vb. mezheplere inananlar da bulunmaktadır.

Genel olarak bu özelliklere sahip olan çağdaş Arap düşüncesinin esas geliştiği bölge veya ülkeler, Mısır, Suriye ve Lübnan'dır. Öteki ülkelerden pek çok düşünürün katkısı bulunmakla birlikte, bu ülkelerden yetişen düşünürlerin büyük bir yekun teşkil ettiği ve öteki ülkeleri de etkilediği görülmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi, bu ülkelerin içinde de, Mısır'ın özel bir konumu bulunmaktadır. Bu yüzden bundan sonraki satırlarda çağdaş Arap düşüncesi anlatılırken, bütün olarak Arap dünyasını dikkate almakla birlikte daha çok anılan ülkelerin, bunlar arasında da Mısır'ın yetiştirdiği düşünürler ve bu ülkelerde tartışılan görüşler dikkate alınacaktır

Çağdaş Arap düşüncesini muhtelif bakış açılarına göre tasnif etmek, değerlendirmek ve incelemek mümkündür. Yapılacak her tasnifin de pek çok alt başlığı bulunabilir. Bütün bu tasnifler son tahlilde biri biriyle hiçbir ilişkisi olmayan düşünce akımlarını ifade etmez. Ancak toplu bir fikir vermek gayesiyle son iki yüzyıllık Arap düşüncesi tarihini beş başlık altında anlatmak istiyoruz: a- İslâm düşüncesi hakkındaki tartışmalar; b- Batı hakkındaki tartışmalar; c- Siyasal ve toplumsal tartışmalar; d- İslâm Düşüncesi ve Batı Felsefesi Çalışmalarının Akademik Durumu; e- Çağdaş Türk düşüncesi hakkındaki tartışmalar.
NOT: Yukarıdaki yazı daha önce yayımlanan bir makalemin başlangıç kısmıdır (Bkz. Anay, Harun, ‘Çağdaş Arap Düşüncesi’, Divan Dergisi, Sayı: 10, sayfa: 1-88, İstanbul-2001)
Harun Anay/01.12.2013
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
facebook.com/HarunAnay
twitter.com/HarunAnay
linkedin.com/HarunAnay
academia.edu/HarunAnay
---



[1]         Bu makalede künyesi anılacak kitap veya makalelerin hemen hemen hepsi bu istikamette kaleme alınmış eserlerdir.
[2]                                         Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul-1979.
[3] Üniversitelerimizde çağdaş Arap düşüncesiyle ilgili yapılan tezlere örnek olarak bkz. Alperen, Abdullah, Çağımız İslâm Dünyasında Modernleşme Hareketleri ve Türkiye'deki Etkileri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayse- ri-1998, Y.L.T.; Başer, Alev Erkilet, Ortadoğu'da Modernlestme ve İslâmî Hare­ketler: Türkiye, Mısır, İran, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitü- y sü, Ankara-1996, Dr.T.; Bilge, M. Lütfi, XIX. ve XX. Asırlarda Türk-Arap Mü­nasebetleri Işığında Arap Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul Üniversitesi, Edebi­yat Fakültesi, İstanbul-1982, Doç.T.; Çelen, Mehmet, M. Reşid Rızâ'da Hilâ­fet Düştüncesi ve Osmanlı Tecrübesi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens­titüsü, İstanbul-1999, Y.L.T.; Ekşi, Davut, Cumhuriyet'in ilk Yıllarında Üç Ya­zarda (F. Rıfkı Atay, R. Nuri Güntekin, Y. Kadri Karaosmanoğlu) Arap İma­jının Tarihi, Kökenleri ve Türk Dış Politikasına Yansımaları, Marmara Üniver­sitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, Y.L.T.; Eleman, Uğur, Türkiye'de­ki İslâmcı Hareketler Üzerinde İran, Mısır, Pakistan ve Avrupa Etkisi, Hacette­pe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara-1997, Y.L.T.; Kılınçkaya, M. Derviş, Arap Milliyetçiliği ve Millî Mücadelede Türkiye-Suriye İlişkileri (30 Ekim 1918-1921), Atatürk İlkeleri ve İnkılab Tarihi Enstitüsü, Ankara-1992, Dr.T.; Tezcan, Cezmi, Arap İsyanı ve Türk Kurtulup Savaşı'na Etkileri (1916), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara-1990, Y.L.T.
[4]         Örnek olarak bkz. Altundağ, Şinasi, Kavalalı Mehmet Ali Paşta İsyanı: Mısır Me­selesi, 1831-1841, Ankara-1945; Arap-Türk İlişkilerinin Geleceği, Milletlerarası Platformda Çözüm Önerileri, İstanbul-1994; Armaoğlu, Fahir, Filistin Meselesi ve Arap İsrail Savaşları, 1948-1988, İstanbul-1991; Arsel, İlhan, Arap Milliyet­çiliği ve Türkler, Arap Milliyetçiliğinde Türk Aleyhtarlığı, Dil ve Din Unsurları ve Türklerle İlgili Sorunlar, İstanbul-1973; Berkes, Niyazi, Arap Dünyasında İs­lâmiyet, Milliyetçilik, Sosyalizm, İstanbul-1969; Canatar, Yaşar, Türk-Irak Mü­nasebetleri: 1926-1958, Ankara-1996; Çetin, Atillâ, 'İstanbul'da Tunuslular', Toplumsal Tarih Dergisi, XVI, S. 3, s. 60-64; a.yz., Osmanlı Belgelerine Göre Kavalalı Mehmed Ali Paşfl'nın Mısır Valiliği, İstanbul-1998; a.yz., Tunuslu Hayreddin Paşta, Ankara-1988; Kurşun, Zekeriya, 'Basra Körfezi'nde Bir Arap Aşireti: Acman Urbanı (1820-1913)', Belleten, LXIII, S. 236, s. 123-163; a.yz., Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti: Vahhabi Hareketi ve Suud Devle­ti'nin Ortaya Çıkışı, Ankara-1998; a.yz., Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İstanbul-1992; Özköse, Kadir, Muhammed Senûsî: Hayatı, Eserleri, Hareketi, İstanbul-2000; Sırma, İhsan Süreyya, Osmanlı Devleti'nin Yıkılışında Yemen İs­yanları, İstanbul-1996; Avcı, Necati, 'Libya Yerel Arapça'sında Kullanılan Türkçe Kelimeler', Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. 9, s. 147­157, 1996.
[5]         Hourani, Albert, Çağdaşt Arap Düşüncesi, 1798-1939, çev. Latif Boyacı, Hüseyin Yıldız, İstanbul-2000.
[6]         Abdülmelik, Enver, Filistin Sorunu ve Arap Birliği, çev. Adnan Cemgil, ys.- 1971, Altın Kitaplar.
[7]         İnâyet, Hamid, Arap Siyâsî Düşüncesinin Seyri, çev. Hicâbi Kırlangıç, İstanbul- 1991.
[8] Bahsedilen eksikliğin en önemli istisnalarından biri Ahmed Davutoğlu'nun ça­lışmasıdır. Eserin özellikle Ortadoğu'ya hasredilen üçüncü bölümü konumuz açısından mutlaka dikkate alınması gereken fikirler ve değerlendirmeler ihtiva etmektedir. Bkz. Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, Türkiye'nin Uluslara­rası Konumu, İstanbul-2001, s. 323-426.
[9] Kramers, J.H., 'Mısır' md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1979, VIII, s. 243.
[10]       Muhâfıza, Ali, el-İtticâhâtü'l-Fikriyye inde'l-Arab fi Asri'n-Nehda, 1798-1914, Beyrut-1978, s. 23-24; Gassick, Trevor J. Le, Major Themes in Modern Arabic Thought: An Anthology, Ann Arbor-1979, s. 1.
[11]       İnâyet, Hamid, Arap Siyâsî Düsüncesinin Seyri, çev. Hicâbi Kırlangıç, İstanbul- 1991, s. 40.
[12]       Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyâsî Tarihi, Ankara-1987, s. 203; Hourani, Al- bert, Çağdast Arap Düstüncesi, 1798-1939, çev. Latif Boyacı, Hüseyin Yıldız, İs- tanbul-2000, s. 220-230; Gassick, Trevor J. Le, a.g.e., s. 6.
[13]       Armaoğlu, Fahir, a.g.e., s. 205, 487-488, 746. Mısır hakkında ayrıca bkz. Uça- rol, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1999), İstanbul-2000, s. 71-90, 167-180, 216­218, 547-548.
[14]       Ataöv, Türkkaya, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara-1975, s. 75, 78, 81-82.
[15]       Rossi, Ettore, 'Suriye' md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1979, XI, s. 61, 64­65.
[16]       Armaoğlu, Fahir, a..g.e, s. 201, 198-199, 510, 729-734; 'Lebanon' md., Encyclopaedia Britannica, Chicago-1961, XIII, s. 852-853.
[17]       Armaoğlu, Fahir, a.g.e., s. 506, 703, 718.
[18]       Çabuk, Vâhid, 'Ürdün' md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1986, XIII, s. 115­119; Armaoğlu, Fahir, a.g.e., s. 203, 249, 711; 'Jordan' md., Encyclopaedia Britannica, Chicago-1961, XIII, s. 146-148.
[19]       Armaoğlu, Fahir, a..g.e, s. 206-207; Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1999), İstanbul-2000, s. 549-550.
[20]       Robert Mantran, 'Irak-2. Osmanlı Dönemi' md., TDV. İslâm Ansiklopedisi, İs- tanbul-1999, XIX, s. 83-116.
[21]       Armaoğlu, Fahir, a.g.e., s. 201-202.
[22]       Ataöv, Türkkaya, a.g.e., s. 121-122, 126, 131-139; Brunschvig, R., 'Tunus' md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1988, XII/2, s. 79-80; 'Tunisia' md., Encyclopaedia Britannica, Chicago-1961, XXII, s. 556-560.
[23]       Ataöv, Türkkaya, a.g.e, s. 142-143, 145, 147, 159, 161, 164, 169; 'Algeria' md., Encyclopaedia Britannica, Chicago-1961, I, s. 614-619; Donohue, John J., John L. Esposito, Değisim Sürecinde İslâm, çev. Ali Yaşar Aydoğan, Aydın Ünlü, İstanbul-1991, s. 138; Kahraman, Kemal, 'Cezâyir-3.Osmanlı Dönemi' md., TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1993, VII, s. 486-489; Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih (1789-1999), İstanbul-2000, s. 158-161, 687-688.
[24]       Ataöv, Türkkaya, a.g.e., s. 171-172, 183, 187, 195; 'Tunisia' md., Encyclopa­edia Britannica, Chicago-1961, XXII, s. 551; a.e., 'Morocco' md., XV, s. 808­816, Chicago-1961.
[25]       Armaoğlu, Fahir, a..g.e, s. 207, 511, 693, 698-699, 746.
[26]       Ataöv, Türkkaya, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, s. 99-113; 'Libya' md., Encyclopaedia Britannica, Chicago-1961, XIV, s. 28.
[27]       Ataöv, Türkkaya, a.g.e., s. 49; İnâyet, Hamid, Arap Siyâsî Düşüncesinin Seyri, çev. Hicâbi Kırlangıç, İstanbul-1991, s. 279.
[28]       Hicâb, Vasfî, 'el-Fikrü'l-İlmî el-Arabî fî Mi'eti Sene', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 19, S. 3-4, s. 331, Beyrut-1966.
[29]       Sarrûf, Fuad, 'Tatavvuru'l-Fikri'l-İlmî el-Arabî fi'l-Mi'eti'l-Amm el-Ahîra', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 15, S. 2, s. 168, Beyrut-1962.
[30]       Hicâb, Vasfî, a.e., s. 332.
[31]       Neccâr, Muhammed Hüseyn en-, Külliyyetü Usûliddîn, Kahire-1941, s. 23-24, 41-42; Kramers, J.H., 'Mısır' md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1979, VIII, 266; Âşur, Saîd Abdülfettâh, 'Ezher' md., TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul- 1995, XII, s. 59, 62.
[32]       Cemel, Ahmed Abduh Hammude el-, el-Fikrü'l-Felsefî el-İslâmî fî Dirâsâti'l- Bâhisîn el-Mu'âsırîn fî Mısr, Câmi'atü'l-Ezher, Külliyyetü Usuliddîn, Kahire- 1982, Yayımlanmamış doktora tezi, s. 353; Kramers, J.H., a.e., s. 267.
[33]       Cemel, Ahmed Abduh Hammude el-, a.e., s. 356.
[34]       İnâyet, Hamid, Arap Siyâsî Düsüncesinin Seyri, çev. Hicâbi Kırlangıç, İstanbul- 1991, s. 41.
[35]       Celeyend, Muhammed es-Seyyid el-, 'Dârululûm ve Tarihu'd-Dersi'l-Felsefî fî Mısr', Yayımlanmamış makale, s. 1-2, 6-9, 10; Tâhir, Hâmid, el-Felsefetü'l-İs- lâmiyye fi'l-Asrı'l-Hadîs, Kahire-ts., s. 37.
[36]       Beyâtî, Adil Câsim el-, 'Irak' md., TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1999, XIX, s. 111. Bağdat Üniversitesi'nin 1956'da kurulduğu hakkında bkz. Hi­câb, Vasfî, 'el-Fikrü'l-İlmî el-Arabî fî Mi'eti Sene', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 19, S. 3-4, s. 332, Beyrut-1966.
[37]       Hicâb, Vasfî, a.e., s. 332; Sarrûf, Fuad, 'Tatavvuru'l-Fikri'l-İlmî el-Arabî fi'l- Mi'eti'l-Âmm el-Ahîra', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 15, S. 2, s. 168, Beyrut-1962.
[38]       'Lebanon' md., Encyclopaedia Britannica, Chicago-1961, XIII, s. 852-853; Hicâb, Vasfî, a.e., s. 331-333; İnâyet, Hamid, Arap Siyâsî Düşüncesinin Seyri, çev. Hicâbi Kırlangıç, İstanbul-1991, s. 31. Lübnan Üniversitesi'nin 1953'de kurulduğu hakkında bkz. Sarrûf, Fuad, a.e., s. 168.
[39]       Hicâb, Vasfî, a.e., s. 332, Beyrut-1966; Anâvînu Resâil el-Mâcestîr el-Mukad- demet fî el-Câmiat el-Ürdüniyye Hattâ 30.9.1981, Amman-1981, s. 5.
[40]       Hicâb, Vasfî, a.g.e., s. 332. Arap dünyasında kurulan okullar ve üniversiteler hakkında bkz. Sarrûf, Fuad, a.e., s. 161-170.
[41]       Sarrûf, Fuad, a.g.e., s. 169; Hicâb, Vasfî, a.e., s. 332. Cezâyir'deki öteki üniver­siteler için bkz. Saîdûnî, Nâsırüddin 'Cezâyir-III. Kültür ve Medeniyet' md., TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1993, VII, s. 496; 'Algeria' md., Encyclo­paedia Britannica, Chicago-1961, I, s. 614-619.
[42]       Hicâb, Vasfî, a.g.e., s. 332, Beyrut-1966; Sarrûf, Fuad, 'Tatavvuru'l-Fikri'l-İl- mî el-Arabî fı'l-Mi'eti'l-Âmm el-Ahîra', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 15, S. 2, s. 169, Beyrut-1962.
[43]       Sarrûf, Fuad, a.e., s. 169.
[44]       A.e., s. 178-190.
[45]       Arap ülkelerine matbaanın girişi, Mısır, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde kuru­lun bazı matbaalar ile 1821 yılında Kahire'de tesis edilen Bulak Matbaası'nda basılan fen bilimleriyle ilgili eserler hakkında bkz. Muhâfıza, Ali, el-ltticâhâ- tü'l-Fikriyye inde'l-Arab fi Ari'n-Nehda, 1798-1914, Beyrut-1978, s. 27-28; Hourani, Albert, Çağdaşt Arap Düştüncesi, 1798-1939, çev. Latif Boyacı, Hüse­yin Yıldız, İstanbul-2000, s. 112-114; Sarrûf, Fuad, 'Tatavvuru'l-Fikri'l-İlmî el-Arabî fi'l-Mi'eti'l-Âmm el-Ahîra', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 15, S. 2, s. 155­156, Beyrut-1962.
[46]       Çetin, Atilla, 'el-Cevâ'ib' md., TDV. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1993, VII, s. 435-436; a.yz., 'Fâris eş-Şidyâk', a..e, İstanbul-1995, XII, s. 168-170.
[47]       Kelidar, Abbas, 'Shaykh 'Ali Yusf: Egyptian Journalist and Islamic Nationalist', Marwan R. Buheiry (ed.): IntellectualLife in the ArabEast, 1890-1939 içinde, Beirut-1981, s. 14.
[48]       Gassick, Trevor J. Le, Major Themes in Modern Arabic Thought: An Anthology, Ann Arbor-1979, s. 34; Muhâfıza, Ali, el-İtticâhâtü'l-Fikriyye inde'l-Arab fî Asri'n-Nehda, 1798-1914, Beyrut-1978, s. 212-213; Sarraf, Fuad, 'Tatavvu- ru'l-Fikri'l-İlmî el-Arabî fı'l-Mi'eti'l-Âmm el-Ahîra', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 15, S. 2, s. 176, Beyrut-1962.
[49]       Muhâfıza, Ali, a.g.e., s. 213.
[50]       Yesu'î, el-Ebb Kümeyl Huşeyme, el-, 'el-Yesu'iyyun ve Mecelletü'l-Meşrik': Tarih ve A'lâm (1898-1970)', Mecelletü'l-Meyik, Yıl: 65, S. 1-2, s. 9-34, 1991, Beyrut-1991; Muhâfıza, Ali, a.e., s. 213. Mardin'de doğan ve daha sonra Lübnan'a gidip orada râhip olan Luis Şeyho hakkında bkz. aynı maka­le, s. 20-21; Kümeyr, Mişil Selim, 'el-Ebb Luis Şeyho el-Yesu'î, 1859-1927', Mecelletü'l-Hilâl, Febrâyir 1928, s. 477-479, Kahire-1928.
[51]       Sheikaly, Samir, 'Damascene Intellectual Life in the Opening Years of the 20th Century: Muhammad Kurd 'Ali and al-Muktabas', Marwan R. Buheiry (ed.): IntellectualLife in the Arab East, 1890-1939içinde, Beirut-1981, s. 125-153. Ayrıca bkz. Khuri, Ra'if, Modern Arab thought: Channels of the French Revo- lution to the Arab East, çev. İhsan Abbas, Princeton-1983, s. 201-202.
[52]       Emin, Osman, 'Mısır'da Rönesans: Muhammed Abduh ve Okulu', M.M. Şe­rif (ed.): İslâm Düstüncesi Tarihi içinde, çev. İhsan Durdu, İstanbul-1991, IV, s. 308.
[53]       Muhâfıza, Ali, el-İtticâhâtü'l-Fikriyye inde'l-Arab fî Asri'n-Nehda, 1798-1914, Beyrut-1978, s. 213.
[54]       A.e., s. 213; Khalidi, Tarif, 'Shaykh Ahmad 'Arif al-Zayn and el-'Irfan', Mar- wan R. Buheiry (ed.): Intellectual Life in the Arab East, 1890-1939 içinde, Be- irut-1981, s. 110-124.
[55]       Arap dünyasındaki fen bilimleriyle ilgili yazı yayımlayan dergiler hakkında bkz. Sarruf, Fuad, 'Tatavvuru'l-Fikri'l-İlmî el-Arabî fi'l-Mi'eti'l-Âmm el-Ahîra', Mecelletü'l-Ebhâs, Yıl: 15, S. 2, s. 170-178, Beyrut-1962.
[56]       Schoonover, Kermit, 'Some Observations on Modern Arabic Literature', The Muslim World, LIV, s. 22, Lahore-1954.
[57]       Nashabi, Hisham, 'Shaykh 'Abd al-Qadir al-Qabbani and Thamarat al-Funun', Marwan R. Buheiry (ed.): a.g.e. içinde, s. 84-91.
[58]       Daha fazla bilgi için bkz. Kelidar, Abbas, 'Shaykh 'Ali Yusf: Egyptian Journalist and Islamic Nationalist', Marwan R. Buheiry (ed.): Intellectual Life in the Arab East, 1890-1939 içinde, Beirut-1981, s. 10-20; Kramers, J.H., 'Mısır' md., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul-1979, VIII, s. 267.
[59]       Schoonover, Kermit, 'Some Observations on Modern Arabic Literature', The Muslim World, LIV, s. 22, Lahore-1954.
[60]       Khalidi, Rashid, 'Abd al-Ghani al-'Uraisi and al-Mufid: the Press and Arab Na- tionalism before 1914', Marwan R. Buheiry (ed.): Intellectual Life in the Arab East, 1890-1939 içinde, Beirut-1981, s. 41-43.
[61]       Üniversiteler tarafından neşredilmeyen dergilerden bazılarının isimlerini anmak faydalı olabilir: et-Tevhîd; el-Fikrü'l-Arabî; Âlemü'l-Kitâb; el-Âlem; el-Müsli- mü'l-Mu'âsır; el-Fikrü'l-lstrâtîcî el-Arabî; Şü'ûnü'l-Evsat; İbdâ'; el-Fikrü'l- Arabî el-Mu'âsır; el-Müstakbelü'l-Arabî; Sekâfe; el-Mecelle; er-Risâle; el-Mevki- fü'l-Arabî; el-Menâr; el-Kâtib el-Mısrî; el-Arabiyye li's-Sekâfe; el-Fikr; el-Arabî; Mecelletü'l-Urveti'l-Vüskâ; el-Kâhira.
[62]       Pek çok Arapça gazete arasında, her ikisi de Arap dünyasının dışından yayın ya­pan ve konumuzla ilgili oldukça değerli makaleler neşreden el-Hayât ve eş-Şar- ku'l-Evsat gazetelerinin özel bir önemi vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.