23 Şubat 2014 Pazar

NİÇİN BİLİM ve DÜŞÜNCE ÜRETEMİYORUZ?




NİÇİN BİLİM ve DÜŞÜNCE ÜRETEMİYORUZ?

Son iki yüzyılda, pek çok bilim adamı ve düşünürümüzün iki soruya cevap bulmaya çalıştığı görülür:

1-Bilim ve düşünce hayatımız niçin perişan haldedir?

Bu soruyla birlikte elbette, bilim adamlarımızın ve düşünürlerimizin niçin bilim ve düşünce üretemedikleri de tartışılmaktadır.

2-Bilim ve düşünce alanında daha iyi olabilmek için neler yapılmalıdır?

Bu soruyla birlikte ise, bilim ve düşünce insanlarının nasıl yetişmesi gerektiği, bilim ve düşünce üretecek insanların yetişmesinin hangi şartlara bağlı olduğu gibi hususlar tartışılmaktadır.

Doğrudan veya dolaylı olarak, bu iki soruyu soran ve cevap bulmaya çalışın yüzlerce bilgin ve düşünürümüzün zihni mesaileri, bugün büyük ölçüde unutulmuş durumdadır.

Anılan soruları soran ve cevap bulmaya çalışan düşünürlerimizden biri olan Ord. Prof.Dr. Ali Fuad Başgil (ölümü: 1967)’in konuyla ilgili yazdıklarından bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Başgil’in görüşleri, TEMEL MESELELERİMİZ’i yeniden hatırlamak ve hatırlatmak için iyi bir başlangıç olabilir:
----

Son Dönemde NİÇİN İLİM ADAMI ve YÜKSEK TEFEKKÜR ŞAHSİYETİ YETİŞTİRİMEDİK?

‘Türkiyemizin son devrinde ilim adamı ve yüksek tefekkür şahsiyeti niçin yetişmedi?’

‘Yetişmesi için, neyimiz eksikti? Zekâmız mı? Fikrî hazırlığımız mı? Çalışmamız mı?’

‘Hayır, hiç biri eksik değil. Son devirde, Türkiyemiz Garp ile çok sıkı bir kültür münasabeti kurmuştur. Muhtelif Avrupa merkezlerine yüzlerce Türk genci gitmiş ve bunların bir çoğu kıymet kazanarak dönmüştür. Fakat, bu kıymetlerin ekserisi burada susuz kalmış gül gibi solmuştur.’

‘Niçin? Burada eksik ne idi?..’

‘Üç kelime ile: Hava, iklim, muhit..’

‘Herkes bilir ki; ilim, kudret helvası gibi gökten inmez. Âlim ot gibi bitmez. Âlim yetişmek için, mânevî bir hava, iklim ve muhit ister. Herkesin bilmesi lâzımdır ki, emniyet, hürriyet ve adalet olmayan bir yerde, ilmin istediği hava, iklim ve muhit yoktur. Bunların yok olduğu yerde ise, hizmet, feragat ve hasbîlik yoktur. Bunlarsız da ilim hayatı doğmaz ve âlim yetişmez...’

‘İnsaf ile düşünürsek, biz bu topraklarda emniyet, hürriyet ve adalet nimetlerimizi devamlı bir surette tatmak bahtiyarlığından mahrum yaşadık. Emniyet ve hürriyet güneşi bu vatana hiç doğmadı değil; fakat doğmasiyle batması bir oldu. Ve hemen ortalığı kara bulutlar bürüdü. Memleket bir korku havası içinde boğuldu. Kanaatleri uğruna adamlar asıldı. Düşüncelerini açıkça söylediklerinden dolayı Ordinaryüs Profesörler, kürsülerinden kovuldu. Kimi selâmeti sürgünde buldu, kimi senelerce mevkuf yaşadı.’

‘Bu şartlar altında ve bu hava ve iklim içinde, sen neye ilim adamı olamadın diye sormak, fırtınaya tutulmuş, altı üstüne gelen bir geminin yolcusuna, neye öğürüyorsun diye sormak kadar abestir’

‘Tekrar ediyorum; hürriyet ve adalet bir tarafa, insan için en elementer bir yaşama şartı olan emniyetin hüküm sürmediği bir yerde, yalnız ilim sahasında değil, hiç bir sahada hayırlı hizmet olamaz’

‘Hizmet olmayan yerde ise, terakki ve medeniyet olamaz’

‘Şuna dikkati çekmek isterim ki, Garpli mânasiyle emniyet hapishanelerde gardiyan muhafazası altında yaşayan mahkûmların emniyeti değildir. Haklarına, hürriyet ve kanaatlerine hiç bir veçhile dokunulmayacağı güveninden doğan devamlı iç iç huzurudur. Tepeden inme kanunlarla idare edilen memleketler, bu huzurdan ebediyen mahrumdur. Sorarım, bizde sayısı yedi bini geçen kanunların hangisi tepeden inme, yıldırım- kanun değildir. Bu hava ve iklim içinde emniyet aramak, çölde bir gölge aramak kadar boştur.’

(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur Yayınları, s.145-147).
---

EMNİYET ve HUZUR, FİKİR ADAMI İÇİN HAVA Gibidir

‘Herkes ve her meslek sahibi için, emniyet ve huzur ihtiyacı, ekmeğe ve suya olan ihtiyaç kadar hayatîdir. Fakat fikir adamı için havaya olan ihtiyaç kadar mübremdir. İnsan, ekmeksiz ve susuz, kısa da olsa, bir zaman yaşayabilir. Fakat havasız, bunu da yaşayamaz.

(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur Yayınları, s.147).
----

ÜLKEMİZDE FİKİR ADAMININ EMNİYETİ YOKTUR

FİKİR ve İLİM ADAMLARIMIZ NİÇİN ACELE SONUÇ ELDE ETMEK PEŞİNDEDİRLER?

‘Bizde, azgın bir zümrenin tahakkümü altında, fikir adamının hayatı, en huzursuz ve emniyetsiz bir hayat olmuştur. Bir ilim adamının meslekî emniyeti, vücuda getirdiği eserin devam edeceğine ve gelecek nesillerin, ondan faydalanacağına inanmasından doğar. Kapanıp, göz nuru dökerek, vücuda getirdiği eserinin, kısa bir zaman sonra, bakkallarda kese kağıdı olacağını bilen bir münevverin, ilim adamı olmasına imkân yoktur. Onun içindir ki, bizde fikir adamları günü gününe çalışmağa, bilgilerinin meyvesini hayatları içinde toplamağa koyulmuşlardır’

‘Halbu ki, ilmî ve ciddî bir eser sırf onun üzerinde durmak şartiyle, beş on sene sabırlı ve feragatli bir çalışma ile vücuda gelir. Garpte ilim ve medeniyet, bu türlü çalışmanın mahsulü olmuştur’

(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur Yayınları, s.147).
---

TÜRKÇE’nin UĞRADIĞI TAHRİBATIN, Bilgin ve Düşünür YETİŞTİRME’ye MANİ OLMASI

‘Fakat, Garpli bir ömür verip vücuda getirdiği eserinin kısa bir zamanda anlaşılmaz bir ‘Charabia’ (:ANLAŞILMACAK KADAR KARIŞIK SÖZLER) olacağından endişe etmez. Eserinin, dilinin bir emirle veya bir zümre tahakkümü ile alt üst edileceğini aklına bile getirmez. Bilindiği gibi, Fransızca, Lâtince ve Grekçe kelimelerle eski Frank kelime elemanlarından mürekkep bir lisandır’

‘Fakat, hiçbir Fransızın, yabancıdır diye, bu kelimeleri atmak ve yerlerine kelime uydurmak, hayâlinden bile geçmez. Yu şu muazzam Anglo-Amerikan dünyasına ne dersiniz? İngilizce; bir yarısı Fransız, öbür yarısı Alman kelimelerinden teşekkül etmiştir. Fakat, Anglo-Amerikan milleti içinden hiç kimsenin ve hiç bir zümrenin çıkıp da, bunlar yabancıdır diye Fransız ve Alman kelime elemanlarını dillerinden atmak, aklından geçmiyor. Çünkü, bu milletler, biliyorlar ki, bütün lisanlar, tarihten mürekkep elemanlı olarak teşekkül etmiştir. Ve bugün, İngilizce, Fransızca gibi dünyanın en zengin dilleri, muhtelif elemanlı mürekkep dillerdir’

(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur Yayınları, s.148-149).
---

TEPEDEN İNMECİLER’in DİLİMİZE MÜDAHELE ETMELERİ, Bilgin ve Düşünür YETİŞTİRMEYİ ENGELLİYOR

‘Bize gelince, senelerden beri, ardı arkası gelmeyen diktoriyal idareler, tutturdular: Hayır sen, en az bin senelik bir tarih içinde, aheste beste teşekkül etmiş, her devirde biraz daha tekâmül ederek bugünkü güzelliğini, ahengini ve emsalsiz zevkini bulmuş olan millî dilini bırakacak ve benim beğendiğim dil ile konuşacak ve yazacaksın, dediler’

‘Niçin? Çünkü, senin bin senelik dediğin dil, saltanat devrinin dilidir’

‘Tahite karışan saltanatla beraber dilinin de tarih olması, Arapça, Farsça kelime elemanlarının geldikleri yerlere gitmesi lâzımdır…’

‘Fakat, saltanat, sırıf siyasî bir kadrodur, dil ise içtimaî ve millî bir müessesedir. Saltanat yıkılır, yerine Cumhuriyet gelir, bununla millî bünye değişmediği gibi, millî dilin de değişmemesi lâzım gelmez mi? Biribirinden ayrı olan bu iki şeyi hangi mantıkla biribirine bağlıyorsunuz?’

‘Netice ne oldu? Evvelâ, yıkılan dil ile birlikte ilim ve fikir hayatı da yıkıldı. En az yüz seneden önce, bu memlekette ilmin ve ilmî tefekkürün dirilmesine imkân yoktur. Çünkü, ilmin yarısı fikir, yarısı da lisandır. Fransızların dediği gibi, ‘Mükemmel bir ilim, mükemmel bir lisandır’ ’

‘Netice, bundan ibaret de değildir: Bugün Türkiye halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Bir tarafta milli dilciler, öbür tarafta uydurmacılar. Biribirini anlamayan, hattâ biribirine düşman gibi bakan iki zümre…’

‘Gençler, Üniversitede hocalarının, hocalar gençlerin, evde ana babaları çocuklarının dilini anlamaz oldular’

Bu keşmekeş içinde, bu memlekette ilim adamı yetişmemesine değil, yetişmesine hayret edilir. İlmin ifade vasıtası, lisandır. Türkiyede, bugün kararını bulmuş bir lisan var mıdır ki, ilim olsun?’

‘Ruhun şâd olsun Şinasi:

Bed-baht ana derler kim elinde cühelânın,
Kahrolmak için kesbi kemal’ü hüner eyler’

(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur Yayınları, s.148-149).
----
Harun Anay/23.02.2014
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
facebook.com/HarunAnay
twitter.com/HarunAnay
---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.