NİÇİN BİLİM ve DÜŞÜNCE ÜRETEMİYORUZ?
Son iki yüzyılda, pek çok bilim adamı ve
düşünürümüzün iki soruya cevap bulmaya çalıştığı görülür:
1-Bilim ve düşünce hayatımız niçin perişan haldedir?
Bu soruyla birlikte elbette, bilim adamlarımızın ve
düşünürlerimizin niçin bilim ve düşünce üretemedikleri de tartışılmaktadır.
2-Bilim ve düşünce alanında daha iyi olabilmek için
neler yapılmalıdır?
Bu soruyla birlikte ise, bilim ve düşünce
insanlarının nasıl yetişmesi gerektiği, bilim ve düşünce üretecek insanların
yetişmesinin hangi şartlara bağlı olduğu gibi hususlar tartışılmaktadır.
Doğrudan veya dolaylı olarak, bu iki soruyu soran ve
cevap bulmaya çalışın yüzlerce bilgin ve düşünürümüzün zihni mesaileri, bugün
büyük ölçüde unutulmuş durumdadır.
Anılan soruları soran ve cevap bulmaya çalışan
düşünürlerimizden biri olan Ord. Prof.Dr. Ali Fuad Başgil (ölümü: 1967)’in konuyla
ilgili yazdıklarından bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Başgil’in
görüşleri, TEMEL MESELELERİMİZ’i yeniden hatırlamak ve hatırlatmak için iyi bir
başlangıç olabilir:
----
Son Dönemde NİÇİN İLİM ADAMI ve YÜKSEK TEFEKKÜR
ŞAHSİYETİ YETİŞTİRİMEDİK?
‘Türkiyemizin son devrinde ilim adamı ve yüksek
tefekkür şahsiyeti niçin yetişmedi?’
‘Yetişmesi için, neyimiz eksikti? Zekâmız mı? Fikrî
hazırlığımız mı? Çalışmamız mı?’
‘Hayır, hiç biri eksik değil. Son devirde, Türkiyemiz
Garp ile çok sıkı bir kültür münasabeti kurmuştur. Muhtelif Avrupa merkezlerine
yüzlerce Türk genci gitmiş ve bunların bir çoğu kıymet kazanarak dönmüştür.
Fakat, bu kıymetlerin ekserisi burada susuz kalmış gül gibi solmuştur.’
‘Niçin? Burada eksik ne idi?..’
‘Üç kelime ile: Hava, iklim, muhit..’
‘Herkes bilir ki; ilim, kudret helvası gibi gökten
inmez. Âlim ot gibi bitmez. Âlim yetişmek için, mânevî bir hava, iklim ve muhit
ister. Herkesin bilmesi lâzımdır ki, emniyet, hürriyet ve adalet olmayan bir
yerde, ilmin istediği hava, iklim ve muhit yoktur. Bunların yok olduğu yerde
ise, hizmet, feragat ve hasbîlik yoktur. Bunlarsız da ilim hayatı doğmaz ve
âlim yetişmez...’
‘İnsaf ile düşünürsek, biz bu topraklarda emniyet,
hürriyet ve adalet nimetlerimizi devamlı bir surette tatmak bahtiyarlığından
mahrum yaşadık. Emniyet ve hürriyet güneşi bu vatana hiç doğmadı değil; fakat
doğmasiyle batması bir oldu. Ve hemen ortalığı kara bulutlar bürüdü. Memleket
bir korku havası içinde boğuldu. Kanaatleri uğruna adamlar asıldı.
Düşüncelerini açıkça söylediklerinden dolayı Ordinaryüs Profesörler,
kürsülerinden kovuldu. Kimi selâmeti sürgünde buldu, kimi senelerce mevkuf
yaşadı.’
‘Bu şartlar altında ve bu hava ve iklim içinde, sen
neye ilim adamı olamadın diye sormak, fırtınaya tutulmuş, altı üstüne gelen bir
geminin yolcusuna, neye öğürüyorsun diye sormak kadar abestir’
‘Tekrar ediyorum; hürriyet ve adalet bir tarafa,
insan için en elementer bir yaşama şartı olan emniyetin hüküm sürmediği bir
yerde, yalnız ilim sahasında değil, hiç bir sahada hayırlı hizmet olamaz’
‘Hizmet olmayan yerde ise, terakki ve medeniyet
olamaz’
‘Şuna dikkati çekmek isterim ki, Garpli mânasiyle
emniyet hapishanelerde gardiyan muhafazası altında yaşayan mahkûmların emniyeti
değildir. Haklarına, hürriyet ve kanaatlerine hiç bir veçhile dokunulmayacağı
güveninden doğan devamlı iç iç huzurudur. Tepeden inme kanunlarla idare edilen
memleketler, bu huzurdan ebediyen mahrumdur. Sorarım, bizde sayısı yedi bini
geçen kanunların hangisi tepeden inme, yıldırım- kanun değildir. Bu hava ve
iklim içinde emniyet aramak, çölde bir gölge aramak kadar boştur.’
(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün
Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur
Yayınları, s.145-147).
---
EMNİYET ve HUZUR, FİKİR ADAMI İÇİN HAVA Gibidir
‘Herkes ve her meslek sahibi için, emniyet ve huzur
ihtiyacı, ekmeğe ve suya olan ihtiyaç kadar hayatîdir. Fakat fikir adamı için
havaya olan ihtiyaç kadar mübremdir. İnsan, ekmeksiz ve susuz, kısa da olsa,
bir zaman yaşayabilir. Fakat havasız, bunu da yaşayamaz.
(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün
Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur
Yayınları, s.147).
----
ÜLKEMİZDE FİKİR ADAMININ EMNİYETİ YOKTUR
FİKİR ve İLİM ADAMLARIMIZ NİÇİN ACELE SONUÇ ELDE
ETMEK PEŞİNDEDİRLER?
‘Bizde, azgın bir zümrenin tahakkümü altında, fikir
adamının hayatı, en huzursuz ve emniyetsiz bir hayat olmuştur. Bir ilim
adamının meslekî emniyeti, vücuda getirdiği eserin devam edeceğine ve gelecek
nesillerin, ondan faydalanacağına inanmasından doğar. Kapanıp, göz nuru
dökerek, vücuda getirdiği eserinin, kısa bir zaman sonra, bakkallarda kese
kağıdı olacağını bilen bir münevverin, ilim adamı olmasına imkân yoktur. Onun
içindir ki, bizde fikir adamları günü gününe çalışmağa, bilgilerinin meyvesini
hayatları içinde toplamağa koyulmuşlardır’
‘Halbu ki, ilmî ve ciddî bir eser sırf onun üzerinde
durmak şartiyle, beş on sene sabırlı ve feragatli bir çalışma ile vücuda gelir.
Garpte ilim ve medeniyet, bu türlü çalışmanın mahsulü olmuştur’
(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün
Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur
Yayınları, s.147).
---
TÜRKÇE’nin UĞRADIĞI TAHRİBATIN, Bilgin ve Düşünür
YETİŞTİRME’ye MANİ OLMASI
‘Fakat, Garpli bir ömür verip vücuda getirdiği eserinin
kısa bir zamanda anlaşılmaz bir ‘Charabia’ (:ANLAŞILMACAK KADAR KARIŞIK SÖZLER)
olacağından endişe etmez. Eserinin, dilinin bir emirle veya bir zümre tahakkümü
ile alt üst edileceğini aklına bile getirmez. Bilindiği gibi, Fransızca,
Lâtince ve Grekçe kelimelerle eski Frank kelime elemanlarından mürekkep bir
lisandır’
‘Fakat, hiçbir Fransızın, yabancıdır diye, bu
kelimeleri atmak ve yerlerine kelime uydurmak, hayâlinden bile geçmez. Yu şu
muazzam Anglo-Amerikan dünyasına ne dersiniz? İngilizce; bir yarısı Fransız,
öbür yarısı Alman kelimelerinden teşekkül etmiştir. Fakat, Anglo-Amerikan
milleti içinden hiç kimsenin ve hiç bir zümrenin çıkıp da, bunlar yabancıdır
diye Fransız ve Alman kelime elemanlarını dillerinden atmak, aklından geçmiyor.
Çünkü, bu milletler, biliyorlar ki, bütün lisanlar, tarihten mürekkep elemanlı
olarak teşekkül etmiştir. Ve bugün, İngilizce, Fransızca gibi dünyanın en
zengin dilleri, muhtelif elemanlı mürekkep dillerdir’
(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün
Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur
Yayınları, s.148-149).
---
TEPEDEN İNMECİLER’in DİLİMİZE MÜDAHELE ETMELERİ,
Bilgin ve Düşünür YETİŞTİRMEYİ ENGELLİYOR
‘Bize gelince, senelerden beri, ardı arkası gelmeyen
diktoriyal idareler, tutturdular: Hayır sen, en az bin senelik bir tarih
içinde, aheste beste teşekkül etmiş, her devirde biraz daha tekâmül ederek
bugünkü güzelliğini, ahengini ve emsalsiz zevkini bulmuş olan millî dilini
bırakacak ve benim beğendiğim dil ile konuşacak ve yazacaksın, dediler’
‘Niçin? Çünkü, senin bin senelik dediğin dil,
saltanat devrinin dilidir’
‘Tahite karışan saltanatla beraber dilinin de tarih
olması, Arapça, Farsça kelime elemanlarının geldikleri yerlere gitmesi
lâzımdır…’
‘Fakat, saltanat, sırıf siyasî bir kadrodur, dil ise
içtimaî ve millî bir müessesedir. Saltanat yıkılır, yerine Cumhuriyet gelir,
bununla millî bünye değişmediği gibi, millî dilin de değişmemesi lâzım gelmez
mi? Biribirinden ayrı olan bu iki şeyi hangi mantıkla biribirine bağlıyorsunuz?’
‘Netice ne oldu? Evvelâ, yıkılan dil ile birlikte
ilim ve fikir hayatı da yıkıldı. En az yüz seneden önce, bu memlekette ilmin ve
ilmî tefekkürün dirilmesine imkân yoktur. Çünkü, ilmin yarısı fikir, yarısı da
lisandır. Fransızların dediği gibi, ‘Mükemmel bir ilim, mükemmel bir lisandır’
’
‘Netice, bundan ibaret de değildir: Bugün Türkiye
halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Bir tarafta milli dilciler, öbür tarafta
uydurmacılar. Biribirini anlamayan, hattâ biribirine düşman gibi bakan iki
zümre…’
‘Gençler, Üniversitede hocalarının, hocalar
gençlerin, evde ana babaları çocuklarının dilini anlamaz oldular’
Bu keşmekeş içinde, bu memlekette ilim adamı
yetişmemesine değil, yetişmesine hayret edilir. İlmin ifade vasıtası, lisandır.
Türkiyede, bugün kararını bulmuş bir lisan var mıdır ki, ilim olsun?’
‘Ruhun şâd olsun Şinasi:
Bed-baht ana derler kim elinde cühelânın,
Kahrolmak için kesbi kemal’ü hüner eyler’
(Bakınız: Ali Fuad Başgil, İlmin Işığında Günün
Meseleleri, Derleyenler: Ali Hatiboğlu, İsmail Dayı, İstanbul-1960, Yağmur
Yayınları, s.148-149).
----
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.